Türk sinemasında ‘Banker Bilo’, ‘Çiçek Abbas’, ‘Hababam Sınıfı Güle Güle’ ve daha çok sayıda unutulmaz filmlerinde canlandırdığı karakterlerle hafızalarımızda yer edinen sanatçı İlyas Salman, evinin kapılarını Sarıyer Gazetesi’ne açtı.
Salman, geçmişten bugüne emekle dolu dolu geçen sanat yaşamını anlatarak “Bizim yaptığımız filmlerin beslendiği damar hayattır. Hala izleniyor olmasının nedeni de o filmlerdeki konuların hayatımızda yaşanıyor olmasıdır. Ben hiç hak yemedim ama çok hak yedirdim. Filmlerde oynadığım karakterler de bana çok benziyorlar” diye konuştu.
Herkesin tanıdığı bir isimsiniz ancak siz kendinizi anlatmak istediğinizde neler söylersiniz?
Kendimi kısaca anlatmak istersem, Kars’ta bir kedinin öldüğünü duyup da İstanbul’da yas tutan birini arıyorsanız benim adresimi bulursunuz… Ben yaşamımın merkezine insan yaşamını alıyor ve ona göre yaşıyorum. Bir gün fabrikatör olabilirsiniz ama insan olmak çok zordur. En zor eylem insan olmaktır. İnsan olmanın da benim gözümde iki yolu var; birincisi hak yemeyeceksin, ikincisi hakkını yedirmeyeceksin! Hak yiyenler ne kadar onursuzsa, hakkını yediren de o kadar onursuzdur diye düşünüyorum. İnsan denilen varlık tepesine çıkamayacağın kadar yüksek ve dibine inemeyeceğin kadar da alçaktır! Önemli olan tepesine çıkıp tac olmak ya da ayağının dibinde toprak olmak değil onunla lisan-ı hal ile bir yerde buluşabilmek. Yaşamda vardığım nokta şudur ki dünyada en çirkin kokan şey saklanan düşüncedir. Para bile saklandığı zaman kokar ama saklanan düşünce kadar pis kokamaz. Mezara götürülen düşüncenin de kimseye faydası yoktur.
Sinemaya olan tutkunuz nasıl başladı?
Önce seyirci olarak başladı tutkum… Ben Malatya’nın Erguvan ilçesi gecekondu köyü çocuğuyum. İlkokul üçüncü sınıfa kadar bizim köyde okul yoktu. 8-10 kilometre ilerideki bir köyde okul vardı. Boynumuzda bir kıl torba içinde çökelek çomağı… Her gün gidiş gelişte 4 saat süren o yolda çökelekli ekmeğimi yerdim. Bir gün babam bizim köyden Arguvan ilçesine gidiyor. Benim okuduğum köyün okulunun yolundan geçiyor. Öğretmenim babamı görüyor “Vahap Bey, bu oğlandan bir halt olacak ama ne olacak belli değil! Götür de Malatya’da okut” diyor. Babamın tarlası yoktu. 3 ay kamyon muavinliğine giderdi. Yazın da 2-3 ay Adana’ya pamuk toplamaya giderlerdi… Yani 6 ayık kazançla biz 8-10 nüfus tarhana çorbası ve bulgur pilavıyla doyardık… Onun için Malatya’ya göç ettik. “İkimize Bir Dünya” adlı bir film vardı. İlk sinemaya gidişim o filmle oldu, izledim ve sinemayı çok sevdim. Melekbaba İlkokulu’nda 5.sınıfta okuyordum. Hasan Doğan isimli bir öğretmenim vardı. “Öksüz Mehmet” adı altında bir piyes yazmış. Bütün yan rolleri bulmuş ama Öksüz Mehmet’e benzeyen birini bulamamış. En son bizim sınıfa geldi. Ben de en arka sırada oturuyordum. Sınıfın en kısa boylusuyum. Baktı baktı herkesi göremedi. “Ayağa kalkın” dedi. Yine göremedi! “Sırayla yanımdan” geçin dedi. Sırayla geçerken bana baktı “Bir dakika dur” dedi! Tepeden tırnağa bir süzdü, zayıf, eneze, kara kuru, çelimsiz ve çirkin bir çocuktu karşısında gördüğü… “Tamam, Öksüz Mehmet’i buldum!” dedi. Öksüz Mehmet oyununu okulların spor salonlarında, halk eğitimde ve köy meydanlarında oynadık. Alkışı, kahkahayı, gözyaşını gördüm ve dedim ki “Bu işin üniversitesi varsa mutlaka okuyacağım.” Lise biterken babam bana “Oğlum memur ol” dedi. Ama ben ilkokuldayken konservatuara gitmeyi kafama koymuştum. Babamın cebinden 30 lira para çaldım. Bir arkadaşım da babasından para aldı… Biz ikimiz 60 lira ile Ankara’ya geldik. Ertesi gün sınava girdik. O sınava 4 milyon kişi giriyordu ve 8 kişi alacaklardı. Ben Nazım Hikmet’in “Bir Küvet Hikayesi” isimli şiirinde hem kadını hem de erkeği oynamıştım. O sınavı parasız yatılı okumak üzere kazandım. 4. sınıfta ise politik nedenlerden dolayı okuldan atıldım. Ama ilk 3 seneyi bitirdiğim için Devlet Tiyatrosu direk bizi alıyor ve istihdam ediyordu. Ama ben orada da sürdüremeyeceğimi düşünüp İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu’na girdim. Üsküdar Şehir Tiyatrosu’nda ilk oyunumuz Haldun Taner’in “Ayışığında Şamata” öyküsünden düzenlemeydi. Orada bekçi karakterini oynadım ve “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü aldım. Ondan sonra da sinemaya çağırıldım. Yani çok uzun sürmedi tiyatro maceram ama sinema ve tiyatroyu hep beraber yürüttüm. Ama sinema benim baş tacım diye düşünüyorum.
İzlediğimiz sinema filmlerinde köylü tiplemeleri ve yaşama zor tutunan karakterler vardı. Peki, sizin en meşhur olmanızı sağlayan film hangisi?
“Kibar Feyzo” ondan sonra ise “Hababam Dokuz Doğurdu” filmlerini sıralayabiliriz. İlk üç Hababam’ı rahmetli Kemal Sunal oynadı ve son üç Hababam’ı da ben oynadım. Birinde edebiyat öğretmeni, diğerinde ise ağa çocuğu olarak geldim. “Banker Bilo” ve “Erkek Güzeli Sefil Bilo” benim ilk en büyük başrolümdür. Ondan sonra yürüdük ve geldik bugünlere… Bugüne kadar sinemayla uğraştım ama tiyatroyu da hiçbir zaman bırakmadım.
Uzun zamandır setlerden uzaksınız sanırım. Yeni sürpriz projeler var mı?
2012 yılında ‘Lal Gece’ filmini çektik. Aldığım ödüllerin birçoğu da oradandır. Ondan sonra 2014 yılında ‘Mısır Adası’ filmi geldi. Hem o film hem de oyuncu olarak ben Oscar’a aday gösterildi. Kazanamadık ayrı bir olay ama oraya katılmak bile açıkçası benim için bir onurdu. Sanata tam elveda demek mümkün değil… Yakında bir dizi çekeceğim. Sahnenin tozunu yutmuşsan bırakamazsın ve derler ki “sahnenin mikrobunu yutan bir daha o hastalıktan kurtulamaz.”
Peki, İlyas Salman filmlerini seyirciye sevdiren sizce neydi?
Seyirciye sevdiren ve hala izleniyor olmasının nedeni o filmlerdeki konuların hayatımızda yaşanıyor olmasıdır. Yani bizim yaptığımız filmlerin beslendiği damar hayattır. Sadece benim için demiyorum. Kemal Sunal, Adile Naşit, Ayşen Gruda, Şener Şen, Erdal Özyağcılar, İhsan Yücel, Münir Özkul ve ben yani bizim neslin filmlerinin beğeniliyor olmasının altında yatan neden sadece hayattan alınma hikayeler olduğu içindir. Hayata yabancı değil de hayatla akrabadır. Yani sanat hayatın damarlarından beslenmiyorsa bir kere seyredersiniz ve ondan sonra bıkarsınız. Ama bizim 1970’lerden başlayıp 1990’lara kadar yaptığımız filmleri yüzlerce kez seyretseler de bıkmıyorlar.
Peki, gerçek hayattaki İlyas Salman ile filmlerinizdeki İlyas Salman arasında benzerlikler ya da farklılıklar var mı?
Ben hiç hak yemedim ama çok hak yedirdim! Filmdeki Bilo da öyledir. Hak yemez hak yedirir. Türkiye’nin yüzde 95’i aldatılan, ezilen, sömürülen Bilo ve yüzde 5’i de kandıran, sömüren Maho diye düşünüyorum. Mesela bir anımı anlatayım isterseniz. 1973 model bir arabam vardı. Arabamı hep götürdüğüm bir kaportacım vardı. Bir gün bana; “İlyas abi, evleneceğim arabayı ver de düğün arabası yapayım” dedi. “Tamam, olur” dedim aldı arabayı gitti. Düğün oldu hatta aradan da 1-2 ay geçti. Araba yok ortalıkta! Bazen şiir karalıyorum haddimi bilmeden. Yine öyle bir gün oturdum şiir yazıyorum. Kapı çaldı açtım… Baktım benim kaportacı! “Araba nerede” dedim, “Ya hiç sorma arabayı vurduk. Şimdi şu kağıtları imzalarsan tamir ettirelim” dedi. Ben de kağıtları imzaladım! Meğer noter satış kağıtlarıymış… Kendi çıkarlarının peşine düşmeyen saf bir tarafım var. Filmlerde oynadığım karakterler de bana çok benziyorlar. Bilo’ların hepsi öyle…
Filmlerinizde oynadığınız roller sokağa çıktığınızda yansımaları neler oluyor?
Yansımaları çok güzel ve çok olumlu oluyor. Ben günümüz sanatçıları gibi ‘özel yaşantım kalmadı’ diyemem. Çünkü bu sahtekarlık olur. Benim niye hala özel yaşantım var da onların kalmadı! Onlar sokağa çıksalar ve nereye gitseler gündemde kalmak için gazeteciye haber salıyorlar. Ben zaten hep gündemdeyim. Sokağa çıktığımda insanlar benimle fotoğraf çektiriyorlar. Hiç sakınmıyorum. Benim kadar halkla öpüşen bir sanatçı yoktur.
Sanat yaşamınızda sizi en çok etkileyen film hangisi olmuştur?
Bütün sanatçıların da dediği gibi ben de “yaptığım filmler benim çocuklarımdır ayıramam” diyeceğim ama içlerinden beni en çok etkileyen rol Hababam Sınıfı Güle Güle’de oynadığım edebiyat öğretmenidir. Aslında benim hayatıma da çok benzer. Şiiri çok sever o edebiyat öğretmeni. Hatta sınıfta şiir okur. Annesi babası köyden geldiğinde dalga geçerler. O da çıkar öğrencilerinin karşısına “Onlar benim anam babamdır onlardan utanacağımı mı sandınız?” diyerek hesap sorar. Beni en çok etkileyen öğretmen Mehmet Bülbül olmuştur.
Peki, sinema filmleriyle geçen yaşamınızdaki başarıyı neye borçlusunuz? Çok çalışmak mı yoksa yetenek mi?
Ben oyunculuğun sırf yetenekten oluşmadığını düşünüyorum. Yetenek oyunculuğun çeyreğidir. Eğitim de diğer çeyreğidir. Etti sana yarım… Kalan yarısı da sokakta insanların içerisinde kulaç atarak yüzmeyi öğrenmekten geçer. Yani hayatla akraba olacaksın. En iyi filmimi sorarsanız da en iyi filmi daha yapmadım… Yapacağım!
En çok hangi kadın oyuncu ile yakıştırılırdınız?
Şekerpare, Dolap Beygiri ve Hababam Sınıfı Güle Güle’de Yaprak Özdemiroğlu ile oynadık. Seyirciler beni onunla çok yakıştırırdı. O da saf suratlı, güzel, alımlı çalımlı bir kızdı. Gerçi ben yakışıklı bir adam değildim! Güzellik konusunun ele alındığı bir televizyon programına konuk olmuştum. Orada güzelliğin bence ne olduğunu sorduklarında dedim ki “Güzellik öz ve biçimin akılsız insanların anlayamayacağı oranda birleşmesinden geçer.”
Peki, bir sinema oyuncusu olarak hep “çirkin” karşılanmak size ne hissettirdi? Hiç gocunduğunuz oldu mu?
Hayır, hiç gocunmadım. Dünyada 8 milyara yakın insan var ve bu insanlar hepsi birbirine benzese dünya çekilmez olurdu. Ayrıca ben kendimi çok yakışıklı olarak addediyorum. Herkesin bir aynaya bakma tarzı vardır. Bir insanın en namuslu olduğu zaman kendisiyle baş başa kaldığı zamandır. Hele ayna karşısında! Utanmadan aynaya bakabiliyorsan sen güzel bir adamsın kardeşim… O zaman ben de güzel bir adamım.
Televizyonda eski filmlerinize rastlayınca oturup izler misiniz?
Yanımda başkaları varken ‘Oturdu kendi kendisini izliyor’ demesinler diye izleyemiyorum ama yalnız başıma odama çekiliyor ve seyrediyorum. Acaba ışık şuraya, kamera da şuraya mı konulsaydı, ben rolümü şöyle mi oynasaydım diye eleştirel bakınca hikayenin tadını da kaçırıyorum açıkçası! Bugün oynasam o filmleri herhalde çok daha güzel oynarım diye düşünüyorum.
Geriye dönüp bakınca keşke dediğiniz anlar oluyor mu?
Benim hayatımda keşkem hiç olmadı.
Yeşilçam’daki sinema kültürüyle günümüzdeki sinema arasındaki farklar nelerdir?
Temel fark şu; sanat hayatın kendisi değildir ama gibisidir. Benim anladığım ve bildiğim dünya görüşüne göre sanat doğal ve toplumsal olayların belirli bir mantıkla estetik süzgecinden geçirilerek yeniden yaratılmasıdır. Hayatın sahneye çıkarılması, perdeye aktarılması, mimariye aktarılması, edebiyata ve şiire dökülmesidir. Hayatla bağımsız olmayan şey hayat olamaz. Günümüzde hayattan tamamen bağını koparmış filmler ve tiyatrolar izliyoruz. Ben onları hiç çekici bulmuyorum. Gerçi günümüzde moda oldu ve çok iş yapıyor o filmler! Ben bir tat alamıyorum. Belki çok eski kafalı mı olduk? Yaşamla akrabalığı olmayan filmler yapılıyor.
Günlük yaşamınızda genellikle neler yaparsınız?
Eğer işim yoksa günde en az 1 saat kitap okurum. Okumak çok önemlidir. Televizyonda sinema ve spor kanallarını izliyorum. Eşimle, oğlumla, kızımla ve torunumla ilgileniyorum. Evden pek fazla çıkmam. Evcimen bir insanımdır.
Pandemi dönemi sizi nasıl etkiledi?
Beni pek fazla etkilemedi çünkü sokağa çok meraklı bir insan değilimdir. Sosyal mesafeye ayak uydururum ve temizlik konusuna dikkat ederim. Bütün alışveriş, market vs. günlük işlerimi de kendim yaparım. Bir günüm onurlu yaşamak adına yapabileceğim şeylerle doludur ve insanlarla iç içeyimdir.
Filmlerinizdeki yaşam mücadeleci ruhunuz gerçek yaşamınızda da var mıdır?
Hepsi yaşasaydı 11 kardeş olacaktık ama 7’si yoksulluk hastalıklarından öldüler. Kardeşlerimden biri ise ben 3 buçuk yaşındayken sobaya uzandığında üstündekilerin tutuşmasıyla gözümün önünde yanarak öldü ve ben o tramvayı atlatamadım. O yıllardan bu yana iki üç günde bir rüyamda mutlaka yangın görüyorum. Birini de geçen yıl beyin kanamasından kaybettim. Çocukluğumuz yoksulluk ve acı içerisinde geçti. Hepsinin en büyüğü de ben olduğum için hepsinin ölümünü gördüm. Bu derece ağır bir travmanın altından kalkmak da öyle kolay değildir… Ama ben kalktığımı zannediyorum!
İnsanlar sizi sokakta en çok hangi filmde oynadığınız karakterle tanıyor?
Kimi Şekerpare’deki “Bekçi Cumali”, kimi Çiçek Abbas’taki “Abbas”, kimi Hababam Sınıfı’ndaki öğretmen karakterini seviyor. Velhasıl benim filmlerimde herkesin kendisine göre seçtiği bir karakter var.
Genç oyunculara öneri ve tavsiyeleriniz var mıdır?
Şöhret taşınabilecek bir yüktür. Ama onu herkes kolay kolay taşıyamaz… Şöhreti taşımayı öğrensinler. Hiçbir zaman hayata küsmesinler ve hiç kimseye aktörüm diyerek hava atmasınlar.
Sarıyer’de çekilen filmleriniz oldu mu hiç?
“Çiçek Abbas” filminin rüya sahnesi vardır. Filmdeki o sahneyi Pembe Mutlu ile 1981 yılında Sarıyer’in tepelerinde çektik.
Sarıyer deyince aklınıza neler gelir? Okurlarımıza mesajınız var mı?
Sarıyer deyince aklıma aydınlık, Atatürkçü, çevreci yaşayan ve yaşatan insanlar geliyor. Hayatın kıymetini bilen insanlar geliyor. Ben daha nasıl anlatayım ki Sarıyer’i…