Zengin Olmak

Atalar,”Çok mal haramsız,çok laf yalansız olmaz.” demişler.

Kimse durduk yere zengin olmuyor.Afedersiniz,kıç açıkta uyunmadan zengin olunmuyor…

Yaşamaya, hayatı idame ettirmeye çalıştığımız şu günlerde etrafınıza dikkatlice bakarsanız,zıp çıktı bir sürü yeni zenginin türediğini görürsünüz.

Kimse durduk yere zengin olmayacağına ve gökten altın yağmayacağına göre bu kadar zenginlik,lüks hayat ,bunca şaşaa ,debdebe sebepsiz olmasa gerek.!

Hintli düşünür ve mistik Sri Ramakrishna’ya  ait olan ve aşağıda paylaştığımız   öykü bizlere ışık tutarak yolumuzu aydınlatacak, yönümüzü tayin edecek mahiyette bir kıssadır.

“Günlerden bir gün, bir orman köyünün ileri gelenleri şeyhi ziyarete gelmişler. El etek öptükten sonra şeyhe demişler ki;

– Hocam bize ve çocuklarımıza dinimizi öğretebilecek, bizimle dua edecek biri köyümüzde yok. Biz para veremeyiz ama karnını doyurmaya hazırız. Bizim oraya bir yol gösterici gönderir misin?

Şeyh bir süre düşünmüş ve öğrencilerinden inzivaya çekilecek bir tanesini köye göndereceğine söz vermiş.

Seçilen öğrencinin inancı gereği zaten çok bir şeye ihtiyacı da yokmuş. Hiç bir eşyası yokmuş. Yemek dilenmek için bir kap, uyumak için saman bir yatak ve gün içinde örtünmek için bir peştemal; o kadar..

– Zaten insanın daha fazla neye ihtiyacı olabilir ki? dermiş öğrencilerine şeyh.

Öğrenci köye varır varmaz  köyün yanındaki ormanda kendine ağaç dallarından bir kulübecik inşa etmiş. Sabahları köye iner az bir yemek dilenir sonra köyün meydanında isteyenlere ders verirmiş. Barakasına geri döndüğünde barakasında tefekküre dalar, dua eder, kutsal metinleri okur dururmuş. Bazen akşamları işten dönen köylüler de kulübeye gelir onunla birlikte dua ederlermiş.

Köylüler, öğrenciyi bir süre sonra “keşiş” diye çağırmaya başlamışlar. Keşiş, akşamları uykuya dalmadan önce peştemalını bir ağaca asarmış.

Günlerden bir gün sabah uyandığında ağaca asmış olduğu peştemalın rüzgardan yere düşmüş olduğunu ve farelerin pek çok yerini kemirip delik deşik ettiğini görmüş.

Peştemalini sarınmış bakmış ve görmüş ki kıçı açıkta kalmış. Çaresiz bürünüp köye gitmiş ve bu sefer rastladıklarından yemek ile birlikte bir peştemal da istemiş.

Ancak bir kaç gün sonra yeni peştemal de ağaçtan düşüp fareler tarafından kemirilmesin mi?

Keşiş, çaresiz bir kez daha köye gitmiş ve köylülerden tekrar yeni bir peştemal istemiş.

Yoksul köylüler bu sefer ona ;

– Böyle her seferinde bizden peştemal bulamazsın. Madem kulübende fareler geziyor bir kedi beslemelisin, demişler.

Aklı yatan keşiş hemen bir kedi yavrusu almış ve beslemeye başlamış. Gerçekten de kedinin kokusunu alan fareler barakadan uzaklaşmışlar.

Artık keşişin peştemalı emniyette, dolayısıyla kıçı da örtülüymüş.

Ama her sabah keşiş köylülerden bir kap yemek ile birlikte kedi için de bir kap süt dileniyormuş.

Bir zaman sonra köylüler keşişe çıkışmışlar;

– Her sabah bizden bir kap süt istemen doğru değil. Madem süte ihtiyacın var bir inek beslemelisin, demişler.

Keşiş ne yapabileceğini düşünmüş taşınmış ve sonunda uzak bir köyden zengin bir adamdan bir ineği bağış olarak almış.

Artık fareler için yanına aldığı kediciği, keşişin kendi ineğinin sütü ile besleniyor ve böylece keşiş köylülerden süt dilenmiyormuş.

Ama bu sefer keşiş sabahları bir kap yemek ile birlikte ineği için yarım çuval taze ot dilenmeye başlamış.

Bir süre sonra köylüler keşişe şöyle demişler;

– Sen her sabah bizden ot alamazsın. Yaşadığın ormanın kıyısında sürülmemiş pek çok tarla var. Madem her gün taze ota ihtiyacın oluyor kendi toprağını kendin sürmelisin.

Keşişin aklı yatmış. Evinin etrafındaki toprağı sürmeye başlamış. Kısa zamanda topraktan çıkan ürünle hem ineğini hem kendisini doyurabildiğini görmüş.

Kedisi de ineğin sütü ile besleniyor ve fareleri uzak tutuyormuş. Ama keşişimizin ders vermek, dua etmek, tefekküre dalmak için pek az vakti kalmış. Bu yüzden toprağı sürmede kendisine yardım etmesi için yanına bir yanaşma almış. Böylece yanaşma toprağı sürüyor, çıkan ürünle hem keşiş hem inek hem de yanaşma doyuyor, ineğin sütü ile fareleri kovan kedi besleniyor ve keşiş de derslerini sürdürebiliyormuş.

Gel zaman git zaman giderek topraklar daha fazla ürün vermeye başlamış. Keşiş artık,  harman yapmak, ürünü kış için saklayabilmek için silolar inşa etmeleri için daha fazla işçi çalıştırmaya başlamış.

Artık işçilerin maaşlarını vermek için fazla gelen ürünü de satıyormuş. Tabi tohum almak, işçileri yönetmek, hesaplar yapmak vsr işler yüzünden yine yeteri kadar ibadete ve tefekküre zaman ayıramadığını görünce önce onun adına ders vermek için bir yardımcı öğretmen almış sonra da yanında “çok güveneceği birinin” olması gerektiğine karar verip evlenmeye karar vermiş.

Küçük kulübenin yerini artık bir ev, ahırlar, silolar, tavuklar, kuyularla dolu bir çiftlik almıştı. “Keşiş” çiftliğini bütün olanlardan sonrayönetebiliyor, ürününü pazara götürüp satabiliyor, karısı peştemalları ve giysileri yıkayabiliyor, yanaşmalar ürünleri toplayabiliyor, inekler çıkan ürünlerden beslenebiliyor, kediler ineklerin sütlerini içebiliyor, iyi maaş alan genç öğretmen de yeni cübbeleri ve asasıyla köyde dolaşıyor arada bir de gösterişli ayinlere önderlik ediyormuş.

Yıllar yılları kovalamış ve “keşiş” in bir zamanlar din adamı ve öğretmen olduğu unutulmuş bile. Artık “keşiş” köyün ağasıymış…. ki onu bu köye gönderen şeyhin onu ziyaret edeceği tutmuş.

Şeyh başta, bir zaman tek bir kabı ve bir tane cübbesi olan, din ve dua bilgisi olan, sık sık tefekküre dalıp özlü sözler söyleyen bir “keşişi” köyde aramış durmuş.

Önce köylüler böyle birinin civarda yaşamadığını söylemişler. Sonra bir tanesi genç öğretmeni şeyhe tanıştırmış. Şeyh de sorup sorgulayıp ormanın kenarındaki büyük evde yaşamakta olan zengin ağanın o aranılan keşiş olabileceğini sezip çiftliğe gitmiş.

Şeyh evin yanına gelince şaşkınlıkla ekili tarlalara, bostana, atlara, sığırlara, tavuklara, köpeklere, yanaşmalara, hizmetlilere, kuyunun yanında oturmakta olan iyi giyimli-süslü şişman pahpahlı kadına ve hizmetçilerine, oynamakta olan çocuklara bakmış ve ….

Ve o anda hocasını tanıyıp da başını önüne eğen öğrenciye / keşişe / ağaya şunu sormuş;

– Evladım bu ne hal?

Adam önce yutkunmuş, gözlerini kaçırmış, sonra da isyan dolu bir ses ile şöyle yanıt vermiş;

– Ama hocam inan bana kıçım açıktaydı…”

Eeee, gününümüzün ağaları malları paylaşmakla meşguller!

Gece yatarken bir yerlerı açıkta uyumuşlarda ondan sebeple “Mülk Allah’ındır” diyerek açıkta kalan yerlerini örtmeye çalışıyorlar.

kapanmaz bu yara…!

Exit mobile version