Sözünün eri…

Sözünün eri olmak diye bir şey vardı bir zamanlar… Verdiği sözü her ne olursa olsun yerine getirmek, sözünün arkasında durmak… Ama artık nerde verilen sözleri yerine getirmek… Herkes herkese ne de kolay sözler veriyor, veriyor da o sözleri yerine getirmeye gelince işte o sözleri verenler ortada yoklar…

Ya o sözler unutuluyor ya da sözleri verenler aptala yatıyor… Sanki hiç verilmemiş gibi. Nerdeyse kendimizden şüphe edeceğiz acaba ben mi yanlış hatırlıyorum diye. Yok canım gayet verildi o sözler de sözü verenler evde yok… Yahu madem yerine getirmek sana zül gelecek ne diye veririsin o sözleri…

Sözünün eridir derdik eskiden, özü sözü bir derdik… İnsanların ağzından çıkan her sözü doğru sayardık… Ne deniyorsa o diye düşünürdük. Oysa şimdilerde sözünün eri adam bulmak neredeyse imkansız oldu… İşin en acı tarafıysa bunu kanıksamamız sanırım. Tutulmayan sözlere öylesine alıştık ki, o sözler yerine getirilmeyince ne şaşırıyor ne de hayal kırıklığı yaşıyoruz… Öylece kabulleniyoruz…

En tuhaf olanı da kırk yılda bir sözünü tutan biri çıkınca karşımıza, nerdeyse davullu zurnalı kutlama yapıyoruz… O sözünü tutanı da başımıza taç ediyoruz. Adamlığın en üst mertebesine oturtuyoruz… Olması gerekeni yapmış aslında adamcağız, doğru olanı, yapılması gerekeni… Bir söz vermiş ve yerine getirmiş… Ama ne yapalım biz de haklıyız… Hep söz verip tutmayan, vermemiş gibi yapanlardan sonra sözünün eri olana bir kutlama yapmak, bir madalya takmak şart…

Biz tersten gitmeye devam. Sözünü tutmayanlara şaşırmadan, sözünün eri olanlarla yola devam…

***

SONBAHAR…

Her sonbahar, ağaçlar gibi yaprak dökerim bende… Susarım Sonbahar’da… Ben susarım konuşmam hiç. Kendimi dinlerim… İçini döksün isterim. Ne var ne yok anlatsın… Anlatsın ki, döksün o da ağaçlar gibi içinde sararan solan ne varsa…

Sonbahar rüzgarıyla, yapraklarını döken ağaçlar gibi, içimi dökerim kendime… Yorgunluğumu anlatırım, hiç mola vermeden nasıl oradan oraya koşturduğumu… Hep bir yerlere, birilerine yetişme telaşıyla, kendime geç kalmalarımı anlatırım. Kırgınlıklarımı, kırılıp da içime attıklarımı, susup susup söyleyemediklerimi, avaz avaz içime haykırdıklarımı anlatırım.

Hayallerimi ve o canım hayallerimi suya düşürenleri, heves edip hevesimi kursağıma dizenleri, mutluluğuma göz dikenleri anlatırım.

Özleyip de özledim diyemediklerimi, zamanımdan çalan hırsızları, güvendiğim dağlara yağan karları anlatırım.

Gönlümde büyütüp gözümde küçülenleri, söz verip sözünün eri olmayanları, sağ gösterip sol vuranları anlatırım… Anlattıkça dökerim bende sararan kuruyan yapraklarımı sonbahar misali… Savururum miadı dolmuş ne varsa kim varsa hayatımda… Kışın ayazını beklerim sonra. Ayaz iyi gelir ruhuma bedenime… Atlattım mı o ayazları gerisi kolay zaten. Sessizce baharı beklerim artık…

Ağaçların baharı beklediği gibi beklerim bende… Yeniden yeşermeyi, çiçek açmayı…

Exit mobile version