Güne başlarken alışkanlıkları kahveden yana olanlar bilir… Bir filtre kahve güne başlayacak keyfinizi de enerjinizi de bir anda yerine getiriverir. Yudumladıkça kendinizi güne daha iyi hazırlanmış ve daha enerjik hissedebilirsiniz. Normaldir…
Şimdi hemen buradan gelelim “filtre” hayatlara! Nedir bu kendimizi olduğumuzdan daha güzel gösterme ya da yıllara meydan okuma çabalamacası açıkçası hiç anlayamadım. Sanki günlük yaşamımızda bir ufak fotoğraf değil de dergi kapaklarına poz veriyoruz. Oysa yaşamak “yaş” almaktır! Size de tuhaf gelmiyor mu gözlerinizin, dudaklarınızın, burnunuzun olduğundan başka, dolayısıyla yüz ifadenizin bambaşka görünmesi! Estetik dokunuşlara bir de filtreler eşlik edince tanınmaz hale geliyor olmak yeterince tuhaf bir durumken bunun toplumda giderek yaygınlaşması konunun daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına neden oluyor…
Elbette, herkesin kendisini nasıl görmek istemesi ve buna yönelik kişisel iradesiyle yaptığı tercihidir ancak son zamanda bu durum bence biraz daha değişti… Bir arkadaşınızla yan yana fotoğraf çektirecek olsanız sonrasında bir filtre saçmalaması başlıyor. Paylaşmadan önce yaşanan filtre savaşları insanı canından bezdiriyor. Hatta kendisine filtre yaptığı yetmiyor, bir de kalkıp sana da yapmak istiyor. Üstelik yapmıyorsunuz diye de eleştiriyor… Düşünsenize ne saçma bir durum… Ya da kalkıp sayfanızda paylaştığınız bir fotoğrafı “filtreli” paylaşmanızı istiyor! Hatta daha da enteresan bir durum profesyonel bir makyaj yaptırıyorsunuz ama çekilen fotoğraflarınız size makyajdan öte, baştan aşağıya filtreli geliyor. Karşınızdaki fotoğrafta bambaşka biri size bakıyor. Çok garip değil mi?
Neyse, ben bir gazeteci olarak objektif olmaya gayret ediyor, gereklilik olduğuna inanmadığım ve yaşlandığımda bile tercih etmeyeceğim tüm filtrelere karşıyım! Elimiz, yüzümüz olduğu gibi doğal çıksın fotoğraflarda… Anılarımız filtrelerde değil gerçek fotoğraflarda biriksin… Gerekirse bizi filtrelere sıkıştırmaya çalışanlar da hayatımızdan olabildiğince uzak dursunlar! Bir tavsiye de yaşadıkça yüzümüze eklenen kırışıklıklar ne kadar değerli öğrensinler… Hatta hayat akıp giderken kendilerine belki bir hobi ve bir başka ilgi alanı bulsunlar… Bu oyalamacaları bir kenara bırakıp yaşamın gerçek ihtiyaçlarına yönelik çabalarda bulunsunlar.
Çağımızın en büyük sorununun iletişimsizlik ve kendini çok önemli zannetme olduğunu söylemeye devam ediyor ve farkındalık yaratabilmek adına buna özellikle gerek duyuyorum. Çünkü bizler sosyal medya sayfalarımızda sürdürdüğümüz yaşamın gerçekliğine inanıp bir de filtre üstüne filtre yapmaya ya da yaptırmaya gayret ediyoruz. Sosyal medyada takip ettiğimiz bir arkadaşımızla yıllar sonra yüz yüze bir araya gelecek olsak neredeyse tanımayacağız…
Hem ekonomik şartlardan dolayı hem de değişen yaşam koşullarından dolayı öyle tuhaf bir çağdayız ki kimsenin kimseye ne tam anlamıyla çıkarsız bir iyiliği ne de bir tutam tebessümü kalmamış gibi… Tüm bu kaosun içerisinde gerçek dostluklar, gerçek arkadaşlıklar ve gerçek mesleki çevre o kadar zor kazanılıyor ki… Elbette bu kazanımlara da elimizden geldiğince değer vermeli ve sahip çıkmalıyız.
Bu yazıyı okurken eleştiri oklarını doğrultmaktan çok empati yaparak anlayabilen herkese gerçekten çok teşekkür ediyorum. Çok abartıyorum gibi gelebilir ama inanın insan gerçek yüzünü saklarsa, gerçek cümlelerini de gerçek kalbini de saklar… Geçtiğimiz ay yazımda samimice gülümseyebilmeyi kaleme almıştım. Bu yazının ardından bu ay da böyle bir düşünceler sarmalı geldi cümlelerime…
Hayatta her şeyin başı laf olsun diye değil, gerçekten sağlıktır. Bunu öğrenmek, kendimiz ve çevremizdekiler için de bu duyarlılıkla yaşayabilmek inanın hem size hem de topluma çok şey kazandıracaktır. Yaşamda aradığımız adaleti de önce kendi içimizde bulur ve yaşatırsak bu duygu toplumsal bir farkındalık olarak artmaya devam edecektir.
Bir sonraki köşe yazımda görüşünceye kadar, sağlıkla kalın…