Pencere yazısı!

Her insan birer “ev” gibidir ve hayata açılan pencereleri vardır. Dolayısıyla herkes yaşadığı hayatı kendi penceresinden görür ve anlamlandırır. Oysa yaşam birkaç pencereden bakmakla anlaşılabilecek gibi bir şey değildir! Ben bu ay yazıma hepimizin içinde bulunduğu ekonomik ama bir şekilde farkında olmadan yaşadığı sürece bir pencere açmak istiyorum…

Haftanın sonlarına yakın bir gündü… Yoğun geçen bir günün ardından işten çıkmış ve eve doğru yol almaya başlamıştım. Minibüste en arka pencere kenarında oturan genç bir anne ve oğlu vardı. Yol alan minibüsün açık penceresinden içeriye giren et yemeğinin kokusunu “Oh, mis gibi koktu” diyerek içine çekti çocuk… Sonrasında canının et yemek istediğini dillendirerek annesine “Biz neden yemiyoruz, her gün makarna yemekten sıkıldım!” dedi… Apansız gelen sorunun karşısında ne diyeceğini bilemeyen annesi “Nasıl alalım oğlum?” diye yanıtladı oğlunu. Sonra daha kısık sesle, “Tamam, inince varsa paramız 10 TL’lik alırız” diyerek çocuğunu teselli etti. Tüm bu konuşmalar geçerken çocuk herkesin duyabileceği yüksek bir sesle konuşmuş ve genç anne kısık sesle çocuğuna durumu olabildiğince anlatmaya çalışmıştı… Bu duyduklarıma içim öyle acıdı ki günlerce unutamadım.

Hepimiz çocuktuk, yıllar geçti büyüdük ama belki de içimizdeki o çocuk yaşadığımız yoksulluklardan dolayı hep buruk kaldı. Kimimizin kırmızı ayakkabıları bile vardı, kimimizin siyahı bile yoktu! Kimimiz annemize naz yapar “ben bunu yemem” diye yemek seçerdik, kimimiz ekmeği bulduğumuza şükrederdik. Kimimizin çok güzel elbiseleri vardı. Kimimizin ise üzerine giyecek giysisi yoktu. Kışın kartopu oynamaya çıkarken çocuklar, kimimizin karda kışta başını sokacak bir evi dahi yoktu… İçerisinde bulundukları zenginliklerde hayatın sessiz çığlıklarına kulaklarını tıkamak ne büyük fakirliktir değil mi? Dünya hayata zengin ya da fakir olarak değil “önce insan” olarak geldiğimizi kabullendiğimizde ve günün birinde ne olacağımızı bilmemenin verdiği tevazuuyla yaşadığımızda güzelleşir. İnsan aradaki bu farkı anlayınca gerçekten paylaşmayı öğrenebilir…

Yoksulluğun her geçen gün daha da arttığı ve kapılarımızı birer birer çaldığı zor günlerden geçiyoruz. Ancak her zaman şuna inanırım, hayatın tüm acımasızlığına ve dengesiz terazisine rağmen “denge” olabilen ve olmak için çabalayan insanlar da var. Mesela bir market alışverişi sırasında parası yetmediği için aldığı ürünleri geri bırakacak olan teyzeye, aldıklarını bırakmasına müsaade etmeyip kendi alışverişiymiş gibi ödeyen insanlar da gördüm. Ekmeğimizi bölüşmeyi ne mutlu ki unutmuş değiliz! Yaşadığımız çağdaki toplumsal duyarsızlıkları törpülemeliyiz ki içimizi acıtan bir şey duyunca ne duyduğumuzu fark edebilelim.

***

Çok değerli dinleyicilerim, Eylül geldi ve sezon tatilinin ardından sizlere Ulusal Radyo mikrofonlarından yeniden ulaşmaya başladım. Her Salı saatler tam 17:00’yi gösterdiğinde “Uğur Atis ve Rukiye Ay ile Ayaküstü Bir Şeyler / Medyavizyon” programı sizlerle buluşuyor. Her hafta birbirinden değerli isimler stüdyomuzda canlı yayın konuğumuz oluyor ve keyifli bir sohbetle sizlere ulaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

***

Sanatçı Ayla Ay’ın “Nefes” eseriyle yer aldığı “Direniş” sergisi 15 Eylül’de The Artisan İstanbul Hotel’in ev sahipliğinde kapılarını açtı. 12 sanatçının doğanın hızla yok oluşuna dikkat çektiği eserleriyle yer aldığı sergi 23 Ekim’e kadar ziyaret edilebilecek.

***

Hoş geldin sonbahar diyerek yaşamaya başladığımız Eylül’ün ardından Ekim gelecek ve bizler sağlık olsun diyerek yine bu satırlarda yeniden bir araya geleceğiz. O vakte kadar sevgiyle kalın…

Exit mobile version