Ben Bir Budala Olarak…

Ben bir budala olarak, öğretmenlere özel bir günde öğretmenleri kınamalara girişmiştim. Öğretmenliğin kutsal olmadığını, kutsallığın hep bir şeyleri örtmek için kullanılan kılıf olduğunu, hatta hiçbir mesleğin kutsal olmadığını, mesleklerin ücreti karşılığında iyi yapmak durumunda olduğumuz işler olduğunu, her mesleği iyi ve kötü yapan kişiler olduğunu filan savunmuştum. Bana göre bunları söylemeye hakkım vardı, ben de onların sıralarından geçmiştim ve o mesleği kötü yapanların kötü davranışlarına da maruz kalmıştım. Bir manyak resim öğretmenim olmuştu mesela, yumruğunu yüzümde kırmaya girişen! Öyleyse onlar da kendilerine ait bu günü; anlamsız kutlama cümleleri yerine, çok sayıda olduğunu düşündüğüm kendi kötü meslektaşlarına bir özeleştiri fırsatı olarak değerlendirmeliydiler. Peh!

Ben bir budala olarak, zaten yüzleşilmeyen sorunlara çözüm bulunamayacağını düşünüyor ve kısa mesafeye yolcu almayan taksicileri de kınıyordum! Ancak çelik bir savunmaya girişilmişti. Öğretmenler alındılar, bugün de böyle konuşulur mu şeklinde üstüme geliyorlardı. Fanları çok olan bir şair, yazdıklarımı sosyal medyadaki sayfasına taşıdı ve orada beni hayranlarının oluşturduğu kanlı arenaya attı! Kınayıp yerdiler beni. Beni onları vuracağım yerden vurdular! Oysa öğretmen kesinlikle iz bırakıyordu, ben iyi bir iz bıraksın istiyordum. Derdim buydu benim bir budala olarak.  Her türlü olanaksızlığa ve ciddi meslek sorunlarına rağmen, kendini ve öğrencilerini geliştirmek için çaba gösteren idealist öğretmenlerin günlerini en içten dileklerimle kutlayarak geri adım attım. Bu nitelikteki öğretmenlerin sayısının artmasını gönülden diledim. Özeleştiri ile kendilerini de yeniden üreteceklerini ve sonra da öğrencilerine daha çok ışık olacaklarını umduğumu söyledim. Elbette bu geri adımda, düşüncelerimi yine oraya şerh olarak düşen bir boyut da vardı. Tam anlamıyla bir geri çekilme sayılmazdı. Çoğunu teskin etmedi, bazı sözlü sataşmalar devam etti. Kalabalıkların karşısına değişik bir yaklaşımla dikilmek kadar korkutucu bir şey yoktur. Bunu yaşıyordum bir budala olarak!

Biri dedi ki herkesin her konuda bir kanaması vardır. Şöyle bir örnek verdi; düşünün bir nişan yapıyorsunuz, o güzel günde biri çıkmış damadın daha önce eziyet ettiği sevgililerinden bahsediyor ve o güzelim günü bulandırıyor! Bizim toplum böyle gerçekleri, böyle günlerde kaldıramaz. Başka bir günde olsa neyse! Bir nişanda söylenebilecek en değerli, en işe yarar sözler olmaz mıydı bunlar? Mutluluklar, diyerek geçmeli miydik kör kuyulara, sonu baştan belli karanlıklara? O nişanlılar içinde bulundukları ruh halleriyle ne söylersek söyleyelim bizi anlamayacak ve densiz mi bulacaklar? Ne yapmalıyım ki ben? Bir budala olarak ne yapmalıyım? Kana kana kınamaya devam mı etmeliyim dünya döndükçe dünyayı? Öğretmeni eleştiren evindeki çocuğa baksın önce, diyor çelik gibi bir savunma ve hiç yumuşamıyor. Yine de yumuşamaz. İnanmıyorsanız çok ilerici olduğunu düşündüğünüz kesimlere gidin farklı düşünceler beyan edin bakalım ne olacak?  O yüzden bizim uçaklar düşmüş, yürüyelim uşaklar! Bir odanın içinde masanın üstünden atlayan beyaz bir at fotoğrafı buldum, altına da “günün kutlu olsun öğretmenim“ yazdım. İyi de oldu çünkü dediklerim provakatörlükten ve anlaşılmamanın bana getirdiği öfkeden başka bir işe yaramıyor. Özel bir günde o güne dair gerçek de olsa olumsuz şeyler söylenmez. Öğrendim bunu nihayet bir budala olarak!

Garip benzetmeler yapıyorum bir budala olarak! Yaptığım bu benzetmeler ne kendimi daha iyi anlatabilmemi ne de kendimi daha iyi anlamamı sağlıyor. Tamam belki ikincisine biraz katkısı olmuş olabilir ama yine de garip! Mesela trafik tıkandığında, trafiğin kilit olduğunu ve anahtarın aslanın ağzında olduğunu söylüyorum. Şehrin belediye başkanı tuzluğu ıslak yere koymuş olabilir gibi şeyler söylüyorum. İzlediğim dizide Kadı Efendi, Yunus şiirleri okumanın düpedüz küfür olduğunu buyuruyor. Olmasa da böyle şeyler elbette ne gerçek hayatta ne de dizilerde, bir budala olarak İbrahim Paşa’nın Kadı’ya küfür edeceğini hayal ediyorum ki buna da peh!

Exit mobile version