Eylül yorar beni… Sessizliğin sesini duyar gibi, ölümü hatırlar gibi, alıp başını çok uzaklara gitmek ister gibi… Sonbahar gelince yaprak döker yüreğim, hem de bir dahaki ilkbahara asla yeşillenerek dallarım canlanmayacak şekilde… Günler geçtikçe köklerim güçsüzleşip topraktan koparcasına…
Bundan tam 15 yıl önce, Eylül’de babamı kaybettim. O günden bugüne yaşayabilmek çabasıyla geçen senelerde acıların gittikçe azalmadığını öğrendim. Sadece ilk günkü gibi tarifsiz bir halde hissetmiyordum… Ancak tarifi mümkün hale geldikçe de nefes alamıyordum! Tarifi mümkün acıların ele avuca sığar hali yoktu. Yüreği yakıp kavuruyordu. Yarım bir hayatın neresi güzeldi ki? Elde tutulacak bir umut olmuyordu. Hayat akıp gidiyor ama aslında yapmak istediklerin de, yapmaya çalıştıkların da ve en nihayetinde yapabildiklerin de birbirini hiç tutmuyordu. En derininde böyle bir yanardağ kavrulup dururken bir de üstüne bambaşka hüzünler geldikçe geliyordu… “Baba” diyemedikçe boğazında büyüyen o yumru yutkunmaya izin vermiyordu. Akşam işten eve gelince o kocaman boşluğu görüp, henüz eve gelmediği hissine milyonlarca kez kapılıp, masaya hep bir “eksik” yemek tabağı koyulunca anlıyordun… Yoktu! Bir daha aynı masada oturup yemek yemeyecekti. Sabahları günaydın demeyecekti…
Bir baba giderse bir evladın hayatında çok yıkıcı bir deprem olur! O depremdir ki yerle bir eder yüreğini… Yıkıldıkça yıkılır, toz duman olursun! Geriye kalan dev gibi bir enkazdır! “Sesimi duyan var mı?” diye bağırasın gelecek kadar bir yalnızlıktır. Bir anlaşılamamaktır sürüp gider… Bedeninin de umutlarının da yarısı toprak olur. Topraktan ötesi yok, hepimiz bir gün ölümle tanışacağız. O zaman geri dönüşü olmayacak ne çok şeyin… Oysa yarım yamalak da olsa hala yaşarken şansımız var hayata dair…
Eylül’ü sevebilmek isterdim ama olmadı. Takvimlerden koparıp atmak isterdim ama o da mümkün değil… Yoksa ben de bilirdim yaz sonu gündüzleri güneşiyle geceleri hafif hafif serinliğiyle keyif veren sonbaharı sevmeyi… Ama olmadı, ne çok sevdiğim kitapların kokusu, ne de sonbaharın yaprak yaprak sararan o solgunluğu beni mutlu etmiyor…
Çok yorgunum, nefes aldıkça yoruluyorum. Her yeni güne uyandığımda artıyor yorgunluklarım. Belki de babam kadar hasta olup, gitmeyi başarabilirim kim bilir… Bu ne bir başkaldırı ne de bir isyan! Bu bir hüzün çıkmazı… Eylül’ün nefes vermeyen o çıkmaz sokaklarından…
Kayboluyorum! Adres, hüzün çıkmazı… Hoş bulmadım sonbahar, kışlarına hazır değilim…
Yazsam satılara sığmaz, sussam içime! O halde şimdi Eylül’ün sessizliğini dinleme zamanı…