19 Mayıs 1919… Bir ulusun yeniden doğduğu, umutla yeniden soluk aldığı gündür. Ancak bu tarih, yalnızca siyasal ya da tarihsel bir dönüm noktası değildir. Aynı zamanda derin bir psikolojik anlam taşır: Umudun, inancın ve gençliğe duyulan güvenin simgesidir.
Atatürk’ün Samsun’a çıkışı; savaşın yıkıcılığına, yoksulluğa, tükenmişliğe rağmen “bir şeyler yapılabilir” duygusunu diri tutan o içsel sesi takip edişidir. Psikoloji dilinde buna psikolojik esneklik deriz. Kişinin ne yaşarsa yaşasın, içsel kaynaklarını yeniden harekete geçirebilme kapasitesi. İşte o gün, sadece bir komutan değil, ruhsal olarak dirilen bir lider, tüm bir millete “yeniden başlayabiliriz” mesajı vermiştir.
Ve belki de daha çarpıcısı; Atatürk bu başlangıcı gençliğe emanet etmiştir.
Bir klinik psikolog olarak yıllardır gençlerle çalışan biri olarak şunu açıkça söyleyebilirim: Genç olmak, sadece bedenen dinç olmak demek değildir. Aynı zamanda sorgulamak, bazen kırılmak, bazen yeniden ayağa kalkmak demektir. Zihinsel olarak derin bir dönüşüm sürecidir gençlik. Kim olduğumuzu, neye inandığımızı, hayattan ne beklediğimizi aradığımız dönemdir. Ve bu yolculuk, sanılandan çok daha yalnız, çok daha yorucudur.
Bugünün gençliği; yalnızca sınavlar, kariyer planları ve başarı hedefleriyle değil, aynı zamanda görünmez yüklerle boğuşuyor: Kaygı, gelecek belirsizliği, toplumsal baskılar, beden algısı, dijital dünyada kendini kanıtlama yarışı ve anlam arayışı. Bazen sevdiklerine anlatamadıkları bir sıkışmışlıkla, bazen içten içe büyüyen bir tükenmişlikle mücadele ediyorlar.
Bu noktada 19 Mayıs’ın bize hatırlattığı şey yalnızca bir “zafer” değil, aynı zamanda bir sorumluluktur: Gençlerin ruhuna iyi bakmak. Onlara yalnızca “başarılı ol” değil, “nasılsın, neye ihtiyacın var?” diye sormak. Onları dinlemek, yargılamadan, düzeltmeden, değiştirmeye çalışmadan sadece dinlemek…
Psikolojik olarak iyi oluş, yalnızca terapi odasında değil; ailede, okulda, arkadaş ilişkilerinde, hatta toplumsal söylemlerde inşa edilir. Bir gencin ruhunu görebilmek; ona yol göstermekten çok, onun kendi yolunu bulmasına eşlik etmeyi gerektirir. Ve belki de en önemlisi, onun potansiyeline güvenmeyi…
Tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi.
Çünkü umut, bir ülkenin kaderini değiştirebilir. Ve bu umudu taşıyanlar, her zaman gençlerdir.
Bugün bir gençle konuşun. Ona yol göstermeye çalışmadan sadece dinleyin. Sadece “yanındayım” deyin. Çünkü bazen bir ülkenin kaderi, bir gencin duyduğu tek bir cümleyle değişebilir.