Mevlânâ diyor ki; “Kendini beğenmek sahibine yüzlerce bela getirir.” Çünkü başkaları tarafından beğenilmek, takdir görmek, övgüye mazhar olmak egoyu büyüten bir kaldıraç olmaya en yakın sebeplerdendir.
Bu durum, kişinin kendini beğenmesine ve beğeni arzusu ile gösteriş düşkünlüğüne ve hatta sergilemesine meylettirir. Giderek bu arzu yerleşik hale gelir ve kişi sadece başkalarının beğenisini amaç haline getirir neticede…
Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde bu husus Tavus kuşu hikâyesi üzerinden anlatılıyor: “Ovada bir tavus kuşu, kendi gagasıyla kendi tüylerini yoluyordu. Hikmet sahibi biri de oralarda gezmeye çıkmıştı. Hikmet sahibi; “Ey tavus!, böyle güzel tüylerini nasıl oluyor da kökünden yoluyorsun? Bu süslü kanatları yolup çamura atmaya gönlün nasıl razı oluyor? Hâfızlar senin kanatlarını, tüylerini değerli, üstün görüyorlar, beğeniyorlar da onları Mushafın arasına koyuyorlar. Halk havalanmak, serinlemek için senin kanatlarından yelpazeler yaparlar. Bu ne nankörlüktür, bu ne saygısızlıktır! Seni süsleyenin, o renkleri verenin, o tüyleri nakışlarla güzelleştirenin kim olduğunu bilmiyor musun? Yahut biliyorsun da nazlanmak için mi o tüyleri yoluyorsun? Fakat nice naz vardır ki o naz suç olur; kulu padişahın gözünden düşürür” diye sözlerini sıralayarak soru yağmuruna tutar.
Tavus kuşu bu sözleri duyunca, önce öğüt verenin yüzüne baktı. Sonra da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle uzun uzun, dertli dertli ağladı ki orada bulunanlar da ağlamaya başladılar. Soruyu soran da cevapsız kaldı; sorduğuna pişman oldu. Üzüntüsünden o da ağlamaya başladı. İçinden de; “Ne diye soruyu boş yere sordum? Gamlarla, kederlerle dolu imiş. Ben bu sorumla onu coşturdum, derdine dert kattım” diye düşünüyordu. Tavusun yaşlı gözlerinden toprağa damlayan yaşların her damlasında yüzlerce cevap vardı. Tavus, ağlaması bitince dedi ki: “Haydi git işine! Çünkü sen kokuya ve renge kapılmışsın. Şunu görmüyor musun? Bu kanatlar yüzünden bana her taraftan yüzlerce bela gelmekte. Nice merhametsiz avcı, bu kanatlar için, bana her tarafta tuzaklar kurmadalar. Nice okçular yine bu kanatlar için bana ok yağdırıyorlar. Mademki bu kazadan, bu beladan ve bu fitnelerden kendimi korumaya gücüm yetmiyor; çirkin ve tiksinti verir bir hale girmem benim için daha iyi. Böylece şu dağda, şu ovada beladan kurtulmuş olurum. Ey yiğit! Kanatlarımın rengi ve güzelliği, bana kendimi beğenme, üstün görme sebebi olmuştur. Kendini beğenmek ise sahibine yüzlerce bela getirir.”
Günümüzde sosyal medya fenomenleri gibilerin yaptıklarına bakacak olursak ne denli doğru sözler olduğunu daha iyi anlıyoruz. Şöhret ve gösteriş budalalarının son dönemde ekonomik krizin altında ezilen topluma nispet yaparcasına yaptıkları bu densizlik insanlığın geldiği noktayı özetliyor.
Göz önünde olan insanlar, öne çıkarttığı vasıfları yüzünden çoğu kez etrafındakilerin kıskançlığını, öfkesini ve düşmanlığını celb eder, hem de sahip (!) olduğu vasıflar sebebiyle bir süre sonra kendini üstün görmeye başlar, neticede kibir anaforuna kapılır. İnsanın varoluşunun asıl sebebi belliyken, “olmak” amacının yerini eğer “görünmek” alırsa, araç amaç haline getirilmiş olur ki, bu durum ise marazîdir.
İnsan olarak geldiği yeryüzünden, gelip geçtiğini unutmadan dünya hayatı denilen “olgunlaşma yurdu”nda, kendini tanıyıp, varlık sebebini unutmadan ve mesuliyetlerinin farkındalığı ile hayatını sürdürmeli, “ah”, “vah”, “günah” ve “eyvah”a sebep olacak şeylere karşı da temkini asla elden bırakmamalıdır.
Vesselâm…