Lidere sadakat

Türkiye’de siyasi mühendislik çalışmaları yapan merkezler göstere göstere oynarken, gevrek ve gevşek basın veya görsel basındaki herbokoloğlar konuşuyorlar konuşuyorlar, alkışlıyorlar alkışlıyorlar…

Görevlerini ifa etmenin rahatlığını yaşıyorlar.

Vatandaş ise; kafası karışmış ve endişeli, tedirgin bekleyiş içerisinde eli böğründe bekleyip dururken, maddeye bağlı rahat yaşayan biatçılar gayet memnun.

Düşününüz ki:

Asker veya sivil bürokrasisindeki suskunlarla, habire patinaj yapan, düştüğü çamurda debelenen siyasî partilerle, çaresiz ve lüzumsuz hale getirilmiş sendikalarla, paramparça edilmiş kamuoyuyla, ticaretle uğraşan rant kavgası veren zengin tarikat ve cemaatlerle, 1965 yılından itibaren müesses nizam tarafından siyasallaştırılan “Alevilik”, 1969 yılından itibaren siyasallaştırılan Sünnilik çatışmalarına özlem duyanların geri dönme çabalarıyla, açlığa mahkum edilerek yok edilen şehirli orta sınıfıyla, olmayan ve gündeme sürekli taşınan “Kürt sorunu” ile yaratılmak istenen bir iç çatışma ile her türlü manipülasyona açık bir toplum yarattılar.

İçeriden ve dışarıdan el birliğiyle yok edilmeye, ezilmeye çalışılan Türk toplumu…

“Bu ülkedeki vatansever kimseler “Apo’yu salıvermenin, siyasî af çıkarmanın, üniter devlet yapısını ülke içinde ve uluslararası alanda tartışmaya açmanın büyük bir kargaşaya ve iç çatışmalara yol açacağını tedirginliği içerisindeyken, sözüm ona aydınlar ve yönetenler farkında olmaları gerekmez mi? Veya farkında değiller mi?…”

Türkiye’de pekmezin tadı çoktan kaçtı.

Aslında; bu ülkede yaşayan herkesim, pekmez üretmek ve satmak yerine pekmeze su katmakla meşgul…

Saadete gelecek olursak; Toplumu oluşturan fertler çeşitli ve düşman kamplara bölünme çalışmaları dozunu artırarak devam ederken, Türkiye’de bu kadar farklı düşünen insanların ortak bir söylem üretiyor olması mümkün değil!

Bu çeşitlilik içinde insanları karalamak, insanları bölüp birbirine düşürme çabası da haliyle devamlılık arz ediyor.

Bu işin sonu en azından kırılganlık veya Allah muhafaza etsin, çatışma ve tükenmişliktir…

Charles BUKOWSKİ:

*Afrika’daki açlara ilaç göndermek istemiştik ama hepsinin üzerinde de “tok karnına” yazı-yordu. *Diyerek bir tesbitini mizahi bir dille ifade etmiş.

Bizde, ilaç niyetine, baş ağrısına iyi gelsin veya müsekkin yerine mizahi yazılar yazmaya gayret ediyoruz. Ancak, görünen o’ ki temeldeki esas problem farklı.

Kimin yazdığının, kimin çizdiğinin bir önemi yok. Önemli olan tespitin doğruluğudur!

İşte size, Aziz Nesin’den kısa bir öykü:

“Üç eşek üst üste binmiş gidiyorlarmış.

Üstteki eşek şöyle diyormuş:

  • “Bu gidiş iyi bir gidiştir. Hep böyle gidelim.”

Ortadaki eşek:

  • “Fena değil, ne iyi ne kötü idare edip gidiyoruz.”

En alttaki eşek:

  • “Bu gidiş iyi değil; bozulalım, yeniden dizilelim.”

Aziz Nesin bunları yazdıktan sonra demiş ki; “Dava en alttaki ezilen eşeğin davasıdır. Bozulup yeniden dizilme davasıdır. Ama bizde, alttaki üsttekini memnun etme davasında…

Orta-doğulu ülkelerde; lidere sadakat esas olduğundan veya gelen ağam giden paşam düsturundan dolayı olsa gerek alttakinin yeri hiç değişmiyor!

Exit mobile version