Güne çok sevdiğim bir arkadaşımın kalp krizi geçirdiği haberini alarak uyandım. Bu aralar böyle haberler sık alıyorum ve bu çok can sıkıcı. İnsan böyle zamanlarda hayatı sorgulamaya başlıyor. Hiçbir şeyin garantisi olmayan şu hayatta, neden onca çaba, kavga, ihanet, küslük…
Sadece ben değil, eminim hepimiz aldığımız ölüm, hastalık haberlerinde aynı şeyleri düşünüyoruz. Şu ölümlü dünyada değer mi kalp kırmaya, üzmeye, üzülmeye. Düşünüyoruz düşünmesine de, hemen unutuveriyoruz.
Şu kısacık ömrümüzü heba ediyoruz olur olmadık şeylere. Elimizden kayıp gitmesine izin veriyoruz.
Her kayıptan sonra, hayatımı hakkıyla yaşamaya bakıp, sevdiklerimle daha sık bir araya geleceğim, yapmak istediğim şeyleri ertelemeyeceğim, kimseyle kırgın dargın kalmayacağım desem de, yine kendimi hayatımı askıya almış halde buluyorum.
Oysa sadece biraz hoşgörü, biraz şükür, çokça sevgi, bize bahşedilen şu kısacık ömrü çok daha anlamlı kılabilir diye düşünüyorum.
Sokakta yanı başımızda duran köpeğin başını okşamak, sabah asansörde karşılaştığımız insana günaydın demek, uzun zamandır bir araya gelemediğin arkadaşını seni özledim demek için aramak, ağız tadıyla bir sabah kahvesi içmek.
Tüm bunlar yetmez mi hayatı daha güzelleştirmeye? Kırgın olduğun birine gülümsemek hafifletmez mi yüreğini?
Ne yapalım biliyor musunuz? Sadece kayıplar yaşadığımızda farkındalık içine girdiğimiz bazı şeyleri üç gün sonra unutmayalım. Hayat üzmek ve üzülmek için çok kısa!
Önce kendimize sonra sevdiklerimize sevgi ve hoşgörümüzü eksik etmeden şu kısacık ömrümüzü layıkıyla sürdürelim…
Eksilmeden çoğalarak güzel günler geçirmeniz dileğiyle.