Türkiye’de ölümlerin yarıya yakını kalp damar hastalığından kaynaklanıyor. Kalp damar hastalığı bir gün ansızın kapımızı çalabilir. Peki onu bekleyip, kalp krizi yada felcin başımıza gelmesini mi izleyelim? Yoksa önlem alarak onu kapımızdan uzak tutalım mı?
Maalesef çoğu kişi kendini kaderine bırakıyor: ‘Başıma gelirse o zaman tedavi olurum’ diye düşünüyor. Bu durumdan sağ çıkacağımız ya da sağlığımızda kayıp yaşamayacağımız ne malum? Öyle ki kalp krizinde 100 hastadan 25-30’u daha hastaneye ulaşamadan hayatını kaybediyor. Çünkü kalbiniz hastane ya da ambulans dışında durursa geri dönme şansınız mucizelere bağlı. Çünkü kalp durduktan 3 dakika sonra beyin ölmeye başladığından ambulansın bu süre içinde yetişmesi mümkün olmuyor. Bu nedenle hayatta kalma oranı yüzde birden az. Toplumda ilk yardım bilincinin düşük, toplu yaşam alanlarında OED (Otomatik Eksternal Defibrilatör) sayısı yetersiz (bunu ayrıca yazacağım) olduğunu unutmayalım. O zaman en azından şimdilik kalp krizi belirtilerini öğrenerek zaman kaybetmeden (kalp durmadan) 112’yi arayıp kendimizi güvenli limana atalım. Çünkü burada da karnemiz iyi değil. Maalesef ülkemizde kalp krizi vakalarının hastaneye ulaşması ortalama 10 saati buluyor. Sonuçlar bu kadar iç karartıcı ise hiç kalp krizi yada inme geçirmemek için kalp damar hastalıklarından korunmak en iyisi değil mi?
Kalp damar hastalıkları çoğu zaman sessiz ilerler ve belirti vermeden ansızın kalp krizi veya felçle ortaya çıkar. Aslında bu sürecin geçmişi 30-50 yıl kadar uzundur; hastalar çoğu zaman fark etmez ve önlem alamaz. Bu yüzden önceliğimiz, hastalık henüz belirti vermeden riskleri tespit etmek olmalı. İşin zorluğu hiç belirti ve semptom olmayan bir dönemde önleyici tedbirleri insanlara kabul ettirmemiz gerekmesi. İnsanların hastalık sahibi olmadan kardiyologa gitmesi, yaşam tarzı değişikliği ve risk düşürücü ilaçlara ikna olması için hastalığın doğasını anlamaları gerekiyor. Hastalığı bilseler koşa koşa bize gelecekler. Ülkemizde Avrupa’ya göre ortalama 10 yaş erken kalp krizi gelişiyor. Başka bir deyişle Avrupa’da ortalama en erken yaşta (52 yaş) kalp krizi bizde. O zaman bizim kalp krizi ve felçten korunmak için atılacak adımlar bizim için daha anlamlı oluyor.
Korunmaya çocukluktan başlamak lazım çünkü kalp krizi yada felç ansızın gelse de aslında 30-40 yılda gelişiyor. Daha 20’li yaşlarda damarlarda yağlı çizgiler başlıyor. 30-40’lı yaşlarda henüz kalp damar hastalığı kendini göstermemiş ama kalpte sessiz hastalık süreci vardır. Süreci durdurmak yada yavaşlatmak için sigara içmemek, beslenmeye dikkat etmek, hareket etmek, tuzu azaltmak, doymamış yağ tüketmek ve Akdeniz diyeti uygulamak. Bunları bize eskiden söylemediler; hatta margarinin güvenli olduğu söylendi. Sonuç olarak, çoğu kişi kendini koruyamadı. Her şey için geç mi? HAYIR! Zararın neresinden dönersek kâr olur. Kalp krizi geçiren önlem almazsa yeniden geçirebilir. Kalp krizi geçirmeyen önlem alarak bunu engelleyebilir, öteleyerek hafifletebilir.
Doğrusu ben (52) dahil hepimizde kalp damar hastalığı var. İşe bunu kabul etmekle başlayalım. Hastalık ilerlemezse ve istikrarlı kalırsa sorun olmuyor. Yarıdan fazlamızda ömrümüzün sonuna kadar sessiz kalıyor. Peki kimlerde soruna neden olacağını önceden bilebilir miyiz? Burada önemli bir kavram var: risk hesabı. Yani kişinin önümüzdeki 10 yıl içinde kalp krizi veya felç geçirme ihtimalini önceden hesaplamak mümkün. Dünyada risk hesabının nasıl çıktığını “Kolesterol: Vücudun Dostu Kalbin Düşmanı” isimli köşe yazımda da anlatmıştım. Bunu günümüzdeki gelişmelere uyarlarsak yaş, cinsiyet, tansiyon, kolesterol, sigara kullanımı, aile öyküsü, kilo, bel çevresi, yeni kan testleri (hsCRP vb.), muayene bulguları, EKG ve EKO ile risk değerlendirilir. Bunlar bir araya getiriliyor ve ortaya bir risk puanı çıkıyor. Çıkan sonuca göre de yol haritası çiziliyor. Düşük riskteyseniz yaşam tarzı değişiklikleri yeterli oluyor. Orta ve yüksek riskteyseniz o zaman ilaç tedavisi gündeme geliyor. Yani koruma herkes için aynı değil, kişiye özel planlanıyor. Korumanın temel amacı kalp damar hastalığını sessiz ve istikrarlı tutarak kalp krizi ve inmeyi önlemek.
Risk düşük yada orta ise bu hesap bir kez yapılıp unutulmamalı. Zamanla tansiyon yükselebilir, kolesterol değişebilir, şeker çıkabilir ve yaşam tarzı farklılaşabilir. O yüzden belli aralıklarla yeniden risk hesabı yapılması gerekiyor. Belirtiler başlarsa yani hastalık ortaya çıkarsa olay başka bir boyuta geçiyor.
Şeker hastası mısın? Seni otomatik olarak kalp hastası gibi kabul ediyoruz. Üzülmeyin lütfen. Zaten şeker hastası olmayanları bile sessiz kalp hastası ilan etmiştik. Şeker bu süreci hızlandırıyor, öne alıyor ve istikrarsız yapma riski çok yüksek. Şeker yanında başka bir risk daha varsa (sigara örneğin) ve engel yoksa aspirin veriyoruz. Şeker hastasında kalp damarındaki hastalık istikrarlı gitmeli. O zaman damarlar tıkansa bile kalp krizi olmuyor. Ancak, şeker hastasında hızlanmış damar sertliği durumu ve damar hastalığın istikrarsız olmaya meyil vardır. İşte istikrarsızlık durumunda damar içinde pıhtı önleyici hücreler zarar gördüğünde pıhtı gelişiyor. Eğer pıhtı damarı tıkamazsa zamanla damar kendini tamir edecektir ve risk ortadan kalkacaktır. İşte aspirin burada devreye girerek pıhtının büyümesini önlüyor. Aslında çoğu kalp damar olayı biz farkında varmadan kendi kendine bu şekilde iyileşiyor. Ancak pıhtı biraz fazla olursa kalp damarı (2-3 milimetre çapında olduğundan) ciddi daralma yada tam tıkanma yapıyor ki bu da kalp krizi demek. O damarın beslediği kalp dokusunun zarar görmemesi için vakit kaybetmeden ambulansla hastaneye gidip anjiyo ile damarı açmak şart oluyor. Kalp durması ve kalpte hasar olasılığına karşı zaman kaybetmemeli.
Şeker olmayanlarda da damarda hastalık hepimizde var demiştik. Eğer çok ilerlemez ve istikrarlı devam ederse kalp krizine ve inmeye dönüşmez. İşte risk hesabı yüksek çıkan kişilere kan sulandırıcı ve istikrar artırıcı ilaçlar verdiğimizde damar içinde pıhtılaşmayı önleyen tabaka güçlendiği gibi bozulma olursa da damarı tıkayacak büyük pıhtılara izin vermiyor. Böylece kalp krizi geçirmeden hastalık sessiz yada istikrarlı kalmaya devam ediyor. Bu yazının temel hedefi de insanları bu risk odaklı korunma yoluna yöneltmektir.
İşin özeti damarı tıkayan neyse onlarla mücadele kalp krizi riskini azaltır. Şeker, tansiyon yüksekliği, kolesterol yüksekliği, sigara içme vb eski ve yeni tanımlanan riskler özellikle genetik yatkınlığı olan kişilerde çok daha önem kazanıyor. Ailesinde kalp damar hastalığı olanlar başta olmak üzere bütün toplum kalp damar hastalıkları risk hesabını yapmalı ve riskini düşürmeyi sağlık planına almalıdır. Aileler çocukluk yaştan itibaren çocuklarını beslenme ve kötü alışkanlıklar konusunda eğitmelidir.
Gelecek yazılarımda risk faktörlerini tek tek ele alacağım. Beni izlemeye devam edin.

