Ne yediğimiz yemeğin tadı var, ne de içtiğimiz suyun! Sağlıklı besin değil sadece besine ulaşmak bile zorlaştı. Fakirleştik… Hem de sadece maddesel anlamda değil manevi olarak da fakirleştik. Kimsenin kimseyi anlamadığı, anlamaya çalışmadığı ama en çok da kendisi anlaşılmak istediği bir dönemden geçiyoruz. Geçiyoruz dedim ama acaba gerçekten geçiyor muyuz?
Çağımızın geçmeyen sorunu iletişimsizlik ne çok sorun yaratıyor öyle değil mi? Elimizde onlarca iletişim ağı, saniyeler içerisinde birbirine ulaşabilme imkanları varken insanlar birbirine öylesine uzak ki… Sanki mektup yazıp da günlerce cevabı gelmeyecek gibi hissediyorsunuz. Git gide yalnızlaşmaya başladığımız bu çağda bir yudum sohbetin değeri altınla yarışır oldu. Çünkü herkesin derdi de yükleri de kendisine ağır!
Oysa kendimizin dışındakiler de kendimize ait… Toplumsal yaşamda mutluluklarımız da mutsuzluklarımız da öylesine ortak ki. Sevinçle dolu bir anda gördüğünüz üzgün bir çocuk sizi hiç etkilemiyor mu? Bir yaşlı teyzenin mendil satarken belki alırsınız diye gözünde beliren o küçücük umut sizin de geleceğe dair umutlarınızdan birisi değil mi?
Kendimize ağır ağrılarımız, acılarımız, umutsuzluklarımız ile yol alıyoruz! Peki bu yol nasıl bir yol? Neden böyle körü körüne gidiyoruz baştan kara yanaşacağımız umutsuzluklara. Pembe çiçeklerimize hayallerimize ne oldu? Ne ara böyle ekonomik çıkmazlara girdik ve krizlerimiz büyüdükçe büyüdü. Dünden bugüne yetmeyen maddiyat nasıl acıktırdı değil mi gerçekten insanlığa…
En sevdiklerinizden yani çevrenizden başlasanız düşünmeye. En son kime hangi iyiliği yaptınız? En son kendinizden başka kime bir faydanız oldu? Paylaştıkça çoğalacak iyilikler güzellikler biriktirmeyi ne zaman bıraktınız? Kumbaranızdaki yoksulluk belki de bundandır düşündünüz mü hiç? Çaresizce umutları tükenip yok olan onca insana neden umut ya da çare olamadığınızı en son ne zaman sorguladınız? İş görüşmelerinde vasıflarını yetersiz bulduğunuz ya da dış görünüşünü beğenmediğiniz için işe almadığınız kaç insanı uçurumlara sürüklediğinizi fark ettiniz mi? Sordunuz mu kendinize önyargılarınız size ne katıyor? Neden hala insanlar bunca yokluğa rağmen böyle davranıyor? Neden hala anlayamıyoruz birbirimizi! Oysa aynı dili konuşmuyoruz muyuz? Ne ara dilimiz plazada ayrı, çarşıda pazarda ayrı konuşulur oldu? Neden içtiğimiz çayın kahvenin adını bile yabancı dille telaffuza sokar olduk. Eğitimlerimizde neden bir yabancı dil konuşalım isteniyor? Türkçe çok iyi konuşuyor muyuz ki? Kaç kelimeye sığdırıyoruz günlerimizi…
Bir bir kaybediyoruz değerlerimizi ve en sonunda kendimizle baş başa dönüyoruz günün sonunda eve. Birbirimizi anlamaya çalışmadan herkes kendi payına düşen günü kurtarmaya çalışarak gün gece oluyor, gece gün… Saatlerin de bir acelesi var zaten! Kimle konuşsam yoğunluklarına yetmeyen günlerden ve saatlerden yana dertli… Oysa bence bunlar çağımızın hastalıkları haline gelen çıkmazlar. İnsan çıkmaz bir yola girdiyse eğer yapılacak bir tek şey vardır. Tabelasını göre göre bilerek girdiği o çıkmaz sokaktan geriye çıkmak! Geri dönebilmek ve bulacağı yepyeni bir yoldan yürümek.
Cümleler biriktikçe büyüyor insanın içerisinde oysa paylaştıkça azalır diye umuyoruz hala umutsuzlukları. Her yeni güne güneş bizim için doğuyor, hala vaktimiz var hayata gerçek anlamda dokunmaya. Bize ihtiyacı olan tanıdığımız ya da tanımadığımız onlarca iyi insana. Kendisini yalnızlığına kapatmış hayata değer katabilecekken günü geceye dönmüş insanlara…
Bunca cümleyi sıralayıp da ben çok mu biliyorum ki! Asla… Benim hayatta kesinlikle bildiğim tek bir şey var. O da haddimi bilmek!
Sözüm meclisten dışarı!
Bir insanın varlığının değerini ancak yokluğunda anladığımız bir alışkanlığımız vardır. Bu alışanlıktan belki bir tebessümle hatta hayata gülümseyebilmekle kurtulabiliriz. Trafikte birbirine yol verir gibi, yol sorana tarif eder gibi, ekmeğini bölüşür gibi…
Gibi gibileri çoğaltmayı size bırakıyorum ve biliyorum ki çok güzel çoğaltacaksınız. Ben yazabilen bir kalem isem sözcüklerim tükenene kadar yazmakla sorumluyum.
Biraz empati ve samimiyet herkese çok iyi gelecek…
Kendinize iyi bakın!