Hiç yanılmaz. O söylüyorsa doğrudur. Şaşmaz düşüncelerinden farklı bir şey ifade eden herkes, bir yanılgı içindedir. Çatışır, ikna etmeye çalışır, ikna olunmazsa bozulur, yetmedi kızar, öfkelenir, küfreder. Nasıl haklı olmasın ki! Kendi doğrusunu, bin bir emekle büyütmüştür aklının verimli topraklarında! Dışarısı kuraktır, ot bile bitmez. Oysa onun benzersiz iç dünyası öyle midir? Tek bir ayrık otu bile yoktur orada. Her şey güzeldir, yerli yerindedir. Çoğumuz, işte böyle bir kapanda çırpınıp duruyoruz. Travmalarımız bizi çok yıprattı, yorulduk. İşte benliğimiz, şimdi o çocuk halimizi koruyor. O kendini koruyamayan, o ezilen çocuğu korumak için öfkeli, mesafeli bir kişilik oluşturmakla meşgul şimdi. Öyle davranmayı öğreniveriyor. Savunuyor, diretiyor, saldırıyor. Saldırdıkça büyümüyor ama, o hala bir küçük…
Karen Horney’in Sel Yayıncılık’tan çıkmış olan İçsel Çatışmalarımız kitabını okudum. Görünürde kavga eden iki kişinin, belki de travmalarıyla ördükleri kişiliklerini kavga ettiriyor olduklarını anlamak çok şaşırtıcıydı. İnsan hakkında bilinmesi gereken bir gerçek var. O gerçek şu; insan, yüzeysel değerlendirmelerle anlaşılamaz. Horney’in nevroz teorisi, insanı anlama çabamız için çok ama çok değerli. Freud’dan daha iyimser. Çünkü Freud; insan dürtülerinin ancak denetim altına alınabileceğini, en iyi ihtimalle yüceltilebileceğini söyler. Oysa Horney, insanın içinde bulunduğu koşulların değiştirilerek kendisinin de değiştirilebileceğini öne sürer. Öyleyse nevrozların altında yatan çatışmalar hafifletilebilir, hatta çözümlenebilir ve hatta içsel çatışmalarının pençesinde kıvranan bir kişiliğin gerçek anlamda bütünleşmesi sağlanabilir. İşte bu noktadan sonra; merhaba değişen insan, yeniden doğan insan…
Zorlu bir yolculuktur elbette bu. Yolları engebelidir, sarptır. Karanlığı, sisi eksik olmaz. Görüş mesafesi düşüktür. Soğuktur yolları. Tek tabanca bir yolculuk bu… Belki de benim hiç kimseye yolculuk dediğim yollara da çıkar bu yolculuk. Hiç Kimseye Yolculuk isimli romanımda, senaryosunu oluşturmaya çalışan bir film yönetmeni adayını anlattım. Bir şeyler üretme, üretebilme yolculuğu; aynı zamanda kişinin kendine yolculuğudur. Oradan yansıyanlar ulaşır izleyenlere, okuyanlara, düşünenlere. Denir ki evet bu değerli bir yolculuktur, bu yolculuktan haberdar olmak benim yolculuğuma da bir değer katar. Öyle olmasını dilerim. Hiç Kimseye Yolculuk, Scala Yayıncılık’tan yepyeni ve harika bir baskı yaptı.
Kitabımdan bahsedince bir anım düştü aklıma. Kitabımı hediye ettiğim bir arkadaşım demişti ki; “Hediyeni vitrinimdeki en güzel köşeye koydum. “Okumak yerine de bir süredir kitabımda ne anlattığımı sürekli bana soruyordu. Ben de merak eder okur belki diye ilginç birkaç şey söylüyor, bahsi kapatıyordum. Bu sefer tutamamıştım kendimi. Vitrine koymak yerine keşke okusan, diye söyleniverdim. Ben, dedi; okumayı hiç sevmem. Okuyunca başım ağrır, hemen bırakırım. Sonra bu tutumun, toplumda epey yaygın olduğunu düşünüverdim. İçimi öyle soğuttum. Kitap yazanı seven, ona mesafeli bir saygı duyan ama onu okumayan bu tutum yaygındı. Oysa birinin yolculuğu, başkalarına ilham olabilirse daha bir anlam kazanıyordu. Ancak o zaman hiç kimseden herkese doğru giden bir yolculuk olabiliyordu.
Sadece kendi tecrübelerimizden öğreneceksek, hepimiz aynı hatalı yollardan geçeceğiz. Ne kadar yorucu, ne kadar büyük bir zaman ve enerji kaybı! Horney’in İçsel Çatışmalarımız kitabı çok etkileyici, ayaklarımı yerden kesti. Bense hiç kimseye yazdım, yolculuk olsun diye.
Vitrinimde yan yana güzel duruyorlar şimdi.