Reklamcılıkta değişmeyen bir kural vardır: Tekrarla, ama hiç durmadan tekrarla!
Bir şeyi istemek için onu defalarca duymak, görmek, duymaktan ve görmekten bıkmak, yok saymak, dalga geçmek ve ancak sonunda pes etmek gerekir.
İlk gördüğünde “Bunu asla almam.” der insan, yüzünü buruşturur, sürekli karşısına çıktığı için sinirlenir. Sonra alışmaya başlar. Bir sonrakinde belki henüz tepki vermez, düşünmez. Ve bir gün kendini o ürünün rafının önünde bulur.Ürün tüm cazibesiyle karşısındadır. O noktaya nasıl geldiğini bile hatırlamaz.Reklam hâlâ devam ediyordur.Bir kez daha alacak mıdır, sadık müşteri olacak mıdır?
Yeterince duyulan bir şeyi, bir gün herkes kendine uygun bulabilir. Ne zaman teslim olunduğu, ne zaman karar değiştirildiği bile anlaşılmaz. Aslında kocaman bir market reyonundadır insanlık. Düşüncelerin pazara çıkarıldığı, fikirlerin barkodlandığı, duyguların ambalajlandığı bir reyon bu. Boş sepetler ellerde, rafların önünde dolaşılır. Vaatler büyük, reklam bütçeleri yüksek, paketler altın yaldızlı, markalar göz alıcıdır.
Yeni serisini çıkarmış o markalardan biri de oradadır: Mutlak Doğru. Sloganı basittir: “Şimdi alın, sorgulamayı sonsuza dek unutun!”Güzel bir slogan. Dinlendirici, rahatlatıcı.Rafın önünden geçenler bir iki tane mutlaka atıverir sepetine.
Üst raflarda, ulaşılması zor bir yerde, tozlanmış ve ezilmiş birkaç eski marka daha vardır: Düşünce, Sorgulama, Sağduyu…Kimse için pratik çözümler sunamaz bunlar artık. Zaten raftaki son ürünler bitse, muhtemelen yenisi de gelmeyecektir. Talep azdır; üretim kısıtlanmış, stoklar tükenmiştir.
Öfke, reyonun baş köşesindedir. Kampanyadadır. Hatta başına bir tanıtım hostesi koymuşlardır; geçenlere tadımlık ikram eder durur.
Hemen yanında Umutsuzluk durur. O da “İki al, bir öde!” demektedir.Göz hizasındadır, belli ki en çok o satıyordur. Çaba istemez, çabucak tüketilir.
Alt raflara itilmiş eski bir marka daha vardır: Umut.Kutusu solmuştur, fiyat etiketi kaybolmuştur. Ederini soran bile kalmamıştır demek ki. Marketin bile fark etmediği bir süredir unutulmuş orada.
Yan reyonda küçük, kullanımı kolay, pratik paketler sıralanır: Anlık Tatmin, Kolay Mutluluk, Hızlı Çözüm.Bunların içlerinde katkı maddesi boldur; bağımlılık yaparlar.Ve tam o sırada o tanıdık fısıltı kulağa çalınır:“Herkes alıyor, durma, sen de koy sepete…”
Sepet dolmaya başlar. Son anda İyimserlik markasına uzanacak gibi olunur. Fakat bir ses yetişir hemen:“Beyefendi, işinize karışmak gibi olmasın ama çabuk bozuluyor, almayın onu. Bakın, yeni çıktı; Suçluluk alın. Biz sürekli onu alıyoruz, çok memnunuz. Biraz pahalıdır ama değecek, göreceksiniz.”Bunca övgüden sonra insan ne yapabilir ki? Tabii ki iyimserliği bırakır, suçluluğu sepete atar…
Anlam Arayışı mı?O rafa yaklaşabilen bile yoktur. Etiket fiyatı bile gözleri kamaştırır.
Kasap reyonundan geçerken bir an duraksanır. Biraz Vicdanmı alsak?Eskiden haşlaması güzel olurdu…Ama yankılanan anons dikkati dağıtır, unutturur:“Değerli müşterilerimiz, marketimizin kapanış saati yaklaşmıştır. Lütfen kasalara doğru ilerleyiniz.”
Ürünler tek tek kasada okutulur.O sırada kasiyer, kendisine ezberletilmiş bir soruyu sorar:“Kasa arkasından bir şey alır mısınız?”Ne vardır indirimde?“Yalnızlık var, alır mısınız?”Gözlerinde boş bir ışıltıyla son darbeyi vurmuştur kasiyer.Versin bari, o da eksik kalmasın.
Dışarı çıkılır. Poşetler doludur, adımlar boştur.
Eve varılır. Poşetler boşaltıldığında fark edilir ki, en lazım olan unutulmuştur.
Tüh, Pişmanlık yoktur torbalarda!