Dr. Ahmet Bekâroğlu: “Din kavramı üzerine düşünceler”

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dr. Ahmet Bekâroğlu yazdı:

Herkese ‘merhaba’ diye başlayayım.

Epeyce yıl oldu, değerli gazeteci Bekir Batu Bey’e Sarıyer Spor kulübümüzün Kafeteryası’nda söz vermiştim ‘size yazacağım’ diye. Bekir Batu Bey’le yaptığımız bu konuşmamızda yanımızda Saryerimiz’in şimdi merhum olan değerli ‘Başöğretmeni’ İbrahim Balcı Bey de vardı.

Verdiğim bu sözden sonra bazı nedenlerden dolayı ihmalim oldu, uzunca bir zaman geçti ve yazı gönderemedim. Verdiğim bu sözde duramamış olmak, beni rahatsız ediyordu. Her nedense an itibarı ile sözümü gerçekleştiriyorum.

Yüce Yaratıcı’nın ‘Yeryüzündeki Halifesi’ olarak görevlendirip (Bakara Suresi, 30. Ayet) bütün bilgileri/isimleri öğrettiği (Bakara Suresi, 31. ayet), en üstün şekilde yarattığı (İsra Suresi, 70. ayet; Tin Suresi, 4. ayet) ve bütün nimetleri yararına sunduğu insan (Lokman Suresi, 20. ayet ve ilgili diğer ayetler) bunun karşılığında davranışlardan sorumlu tutularak ibadetle yükümlü kılınmıştır (Zariyat Suresi, 56. ayet).

İnsanın bu mükemmelliği içerisinde ‘akıl’ gibi bir melikeye sahip oluşu da onu diğer yaratıklardan ayırıyor. Akıl, hayvanlarda olmakla birlikte, insan aklıyla düşünceler üretebilmesi yönü ile hayvanlardan farklıdır.
‘Düşünceler üretebilmek’ bağlamında diğer yaratıklardan farklı olan insan, etrafında cereyan eden somut gelişimlerden hareketle bunların bir yaratıcısı olduğu sonucuna da varabilmiştir. ‘Yeryüzünde halifelik görevini nasıl yerine getireceği?’ konusunda insan, sonraki yıllarda dinle de çelişmeyecek yasalar oluşturarak hareket etmiş olsa da, ilk dönemde ilahi öğretileri kaynak almıştır. Yoksa dayanağı olmadan kişinin kendi düzenlemesi ile yeryüzünü imar etmesi mümkün değildi. Dolayısıyla din ve ilahi öğretiler, insanın yaratılışıyla başlamış ve Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın son peygamber olarak gönderilişine (Ahzab Suresi, 40. âyet) kadar devam etmiştir. Dolayısı ile insanlık tarihi boyunca gönderilen bir tane din vardır ve Onun adı da; ‘İslam Dîni’ (Âl-i İmran Suresi, 19. ayet) başka bir ifadeyle, ‘Tevhid Dini’ yani ‘tek bir yaratıcıya imanın’ emredildiği/öğretildiği din demektir. İslam Dîni’ni kullarına tebliğ etmek için Yüce Yaratıcı, insanlık tarihi boyunca her bölgeye, her dönemde merakını anlasınlar diye toplumun diliyle konuşan peygamberler göndermiştir (İbrahim Suresi, 4. ayet). Zaten peygamberler aracılığı ile ilahi öğretiler tebliğ edilmeden hiç kimsenin sorumlulu tutulamayacağı da açıkça ifade edilmiştir (İsra Suresi, 15. ayet). Zaman içerisinde ‘Yahudilik, ‘Hristiyanlık’ ve ‘Hanif’ dini gibi isimler, İslam Dini’nin o bölgelerdeki yöresel ismleridir. ‘İslam Dini’nin tüm zamanlarda geçerli olan önemli kırmızı çizgileri vardır. Bunlar; ‘Tevhid’, ‘Nübüvvet’ ve ‘Mead’dır. ‘Tevhid’, tek Allah’a îman, ‘Nübüvvet’, peygamberlik müessesini tasdik, ‘Mead’ da; bu dünyada yapılacak iyi ya da kötü davranışların karşılığının ‘Âhiret’ yaşamında alınacağını kabul etmektir.

En mükemmel şekilde yaratılan ve evreni imar etmekle görevlendirdilen insan, aklı ermeye başlayınca, ‘bu evrenin nasıl oluştuğu?’, konusunda düşünmeye başladı. Evrenin nasıl oluştuğu?’, ‘evreni oluşturan ana maddenin ne olduğu?’, ‘bu konuda ne kadar bilgi sahibi olunabileceği?’ ve ‘bilginin kaynağının ne olacağı?’ konusundaki sorulara cevap aramış ve bu cevapları en tutarlı şekilde dinde bulmuştur. Başka bir ifade ile Din; aklî dengesi yerinde ve düşünme melekesi’ne sahip olan insanın zihnine gelmesi gayet doğal olan bu gibi sorulara cevap bulabilmek için yüce bir gücün tarafsız hakemliğini kabul etmektir. Yani ‘ben, şöyle yüce bir güce inanıyorum ve benim tanrıma göre, ‘Varlık ve Bilgi Problemi’nin belleğimde oluşturduğu soruların cevabı da şöyledir’ diyerek aklın son sınırına kadar çalıştırılmasından sonra, durum içinden çıkılamayacak boyuta ulaşınca, işi yüce bir güce havale ederek gerçekten girift olan bu sorularda psikolöjik travmalar yaşamadan durumun içerisinden sıyırmaktır.

Biz mü’min ve müslümanlar da, etrafımızda cereyan eden bu kadar olağanüstü olayların meydana gelişi üzerinde gücümüz nispetinde kafa yorduktan sonra bir noktada, ‘bu kadar olay, olsa olsa burada görmediğimiz ama Cennet Hayatı’nda şekil ve şemal olmaksızın görür gibi olacağımız Yüce Allah olduğunu’ kabul ediyoruz ki bizim bu düşünsel eylemimize, ‘Îman’ deniyor.

Yüce Yaratıcı’nın ilk insanla beraber Hz. Muhammed’e kadar gönderdiği ‘tek Allah’a iman etmek’ (İhlas Suresi, 1-4 ve ilgili diğer âyetler), ‘salih amel/güzel eylemlerde bulunmak’ ve yaşam süresinde gösterdiği davranışların karşılığını alacağı ebedi bir hayatın olduğunu’ da kabul etmeyi zorunlu kılar. İşte ‘İslam Dîni/ Tevhid Dîni’ni yeryüzünün her döneminde ve her zamanında gönderdiği peygamberler aracılığıyla kullarına bilgilendirdikten sonra sorumlu tutmuştur. Zaman içerisinde değişik bölgelerde insanlığın dine olumsuz dokunuşları da olmuş ve belirli dini kurallar tahrif edilmiştir. Bu nedenle dinler, ‘İlâhî olan/Allah’ın gönderdiği dinler’ ve mecusilik, taoizim, budizim gibi ‘İlâhî olmayan/insanların kendilerinin ihdas ettiği dinler’ diye de sınıflandırılmıştır. İnsanın Dîni tahrif etmesi/kuralları değiştirmesi (Mâide Suresi, 13. âyet, Nâziat Suresi, 24. Âyet ve ilgili diğer âyetler) ve yeni kurallar gerekli olması durumunda da Yüce Yaratıcı, yeni bir peygamber ve yeni bir kitap göndererek insanlığın yaptığı tahrifatları düzeltmek sureti ile dini yeniden yapılandırmıştır. Hz. Muhammed ile beraber de peygamber göndermeye son vermiş ve dinin artık kendi evrensel adı olan ‘İslam’ Dini olarak isimlendirileceğini belirtmiştir.

Hz. Adem’den itibaren Hz. Muhammed’e kadar İslam Dini’nde zaman ve mekan üstü olmasının gereği olarak bazı ritüellerdeki farklılık, dönem insanının gücü ile doğru orantılı olan detay konulardır. İslàm Dîni’nin ana hususları ise, tüm zaman ve nekânlarda değişmez, hatta tabir câiz ise, ‘değişmesi teklif dahi edilemeyecek’ ilkeleridir. Hz. Adem ve kavminin senenin her gününde oruç tutmakla sorumlu tutulması, geçmiş bazı peygamberler döneminde orucun gün aşırı olarak emredilmesi, Hz. Muhammed ile beraber farz olan orucun sadece Ramazan ayına mahsus kılınması, namazın Hz. İbrahim döneminde günde iki ve Peygamberimizle beraber beş vakit olarak farz kılınması buna örnektir. ‘Tek Allah’a iman,’ ‘peygamberleri tasdik’ ve ‘Ahirete iman etmek’ ise İslam Dini’nin kırmızı çizgileri olarak ana ilkeleridir.
Bu yazıda, ‘Din Kavramı’ ile ilgili fikir jimnastiği yaptık. Konuya devam ederiz..

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.