Hastane Derindere İç Hastalıkları ve Fitoterapi Uzmanı Doç. Dr. Aynur Arslan yazdı
Çevrenizde sık sık hasta olan insanlar vardır. Bu kişileri bütünsel olarak ele aldığımızda, genellikle tek yönlü beslendiklerini, güneş ışığından yeterince ve doğru şekilde faydalanmadıklarını, hayatlarına egzersizi doğru şekilde sokmadıklarını, uyku saatlerine dikkat etmediklerini, sağlıklı kiloda olmadıklarını, sigara ve alkol gibi sağlığı bozan alışkanlıklarının olduğunu, hayatlarındaki stresi iyi yönetemediklerini ve sosyal bağlarının zayıf olduğunu görebiliriz. Bunlara ilaveten çevre kirliliğine maruz kalıyorlarsa, kronik hastalıkları da varsa üzerine tuz biber olur. Bu faktörler içinde yer alan örneğin genetik kökenli hastalıklar gibi değiştirme şansımızın olmadığı durumlar var olsa da, biz değiştirebileceklerimize odaklanarak hayatımızda müthiş değişimler yapabiliriz.
Mevcut sağlık durumumuza göre doktorumuzun belirleyeceği beslenme şeklini uygulamak bunlardan biridir. Sağlığını korumak isteyen herkese önereceğimiz genel yaklaşım ise Akdeniz tipi beslenmedir. Dünya genelinde “Longevity Blue Zone” adı verilen ve nüfusunun her 10 kişide biri 100 yaşın üstünde olan insanların yaşadığı ve çoğunluğu Akdeniz bölgesinde yer alan köylerde yapılan araştırmada ulaşılan sonuç, Akdeniz tipi beslenme adı verilen,şeker ve un gibi rafine basit karbonhidratlardan uzak, mevsimine uygun taze sebze ve meyveler, balık, tam tahıllar, baklagiller, kabuklu yemişler, kırmızı şarap, zeytinyağı ağırlıklı gıdaların yer aldığı bir beslenme şekline sahip olduklarıdır. Gıda içeriğinin %90’a yakınını bitkisel ürünlerin oluşturduğu Akdeniz tipi beslenmeyi, sağlık üzerine olumlu etkileri gösterilmiş geleneksel bir beslenme şekli olarak görebiliriz. Ayrıca uzun ve sağlıklı yaşayan bu insanların sofradan tam doymadan kalkma alışkanlıklarının da olduğu gözlemlenmiş. Deney hayvanlarında yapılan çalışmalarda az yemek verilen grubun, normal beslenen gruba göre çok daha uzun yaşadığı gösterilmişti ki bu gözlemi destekleyen bilimsel bir veridir. Bu beslenme şeklinde, bağışıklığımızı desteklemek istediğimiz durumlarda, ezilip 10 dakika kadar bekletilmiş çiğ sarmısağı ve soğanı da katabiliriz. Sarımsak, bakteri ve virüslerle savaşan beyaz kan kürelerinin üretilmesini uyarır. İçerdiği sülfürlü bileşikler kan akımını artırır, dolaşımı hızlandırır. Bağışıklık sistemini kuvvetlendiren içeriklerinden birisi allisindir. Pişmiş sarmısaktaallisinin etkinliği azalır. Bağışıklığımızı kuvvetlendirmek için sarımsaktan faydalanmak istiyorsak sarmısağı ezip 10 dk kadar bekledikten sonra çiğ olarak tüketmeliyiz. Soğan, bağışıklığı kuvvetlendirici allisininyanısıra, kuersetin adı verilen gizli bir silah içerir. Allerjide önerilen doğal ürünlerden biri olan kuersetin,histamin cevabını ve enflamasyonu azaltır, antioksidandır, soğuk algınlığında viralreplikasyon ve akciğer enfeksiyonunu azaltabilir. Kekik, biberiye, adaçayı gibi ülkemizde yetişen çok değerli şifalı bitkileri de gerek beslenmemize katarak, gerek çayını yaparak faydalanmayı unutmamalıyız.
D vitamini kemik sağlığının yanısıra, bağışıklık sisteminin normal fonksiyonunu görmesi için de gerekli bir hormondur. D vitamininin üretilmesi için tenimize doğrudan güneş ışığının değmesi gerekir. Başımızı bir şapka ile güneşten koruyacak şekilde öğlen saatlerinde kol ve bacaklarımızı 15-20 dakika güneşlendirmek sağlıklı D vitamini üretmemizi sağlayacaktır. Ülkemizin bulunduğu coğrafi konum nedeniyle kışın güneşlenme yoluyla yeterli D vitamini elde edemeyiz. Doktorumuzun önereceği şekilde takviye olarak alabiliriz. Güneş ışığının duygu durum üzerine ve sağlıklı uyku döngüsü üzerine yaptığı olumlu etkiler de bilimsel çalışmalarda gösterilmiştir.
Güneşin batmasıyla birlikte beynimizde yer alan ve bir iç saat gibi çalışan pineal bez yani epifiz bezi melatonin hormonunu salgılamak için hazırlığa başlar ve saat 22.00-02.00 arasında yoğun olarak melatonin salgılanır. Melatonin uykuyu sağlamanın yanı sıra çok kuvvetli bir antioksidandır. Bedenin onarımını sağlar ve DNA hasarını önler. Televizyon ya da cep telefonundan yansıyan kuvvetli ışık maalesef melatonin salgısını olumsuz etkiler. Bu sebeple saat 21.00’den sonra kuvvetli ışığa maruz kalmamak sağlıklı bir uyku sağlayacaktır.
Yaşımıza, kilomuza, mevcut hastalıklarımıza uygun egzersiz şeklini doktorumuzdan öğrendikten sonra belirli bir düzen içinde hayatımıza sokmalıyız. Yaparken zevk aldığımız egzersizler hayatımızda süreklilik kazanır. Kimi insan rekabetçi sporları sever, kimi dans etmeyi, kimi sebze bahçesinde çalışmayı. Hemen herkes için uygun olansa, yine süre ve sıklığını doktoruyla belirlemek koşuluyla yürüyüştür diyebiliriz.
Sigara solunum yollarına gelen minik parçacıkların atılmasını sağlayan silya adı verilen tüycüklerin fonksiyonunu bozar. Solunum yollarında iltihap ve aşırı sekresyona sebep olur. Bunlar da bakteri ve virüslerin kolayca enfeksiyon yapmasını sağlar. Solunum yolu enfeksiyonu olan kişi sigara içmeye devam ederse iyileşme süresi çok uzar.
“Longetivity Blue Zone”da yaşayanların kırmızı şaraptaki rezveratrolden faydalandıkları düşünülmektedir. Rezveratrol üzüm çekirdeği ve kabuğu başta olmak üzere, yaban mersini, böğürtlen, dut, kızılcık, erik gibi meyvelerde bolca bulunur. Alkolün hepatotoksik yani karaciğere zehir etkisi yaptığı düşünülürse, rezveratrolü meyvelerden almak daha doğru görünmektedir.
Stres yönetimini öğrenmek, aile bağlarını korumak, destekleyici bir arkadaş çevresine sahip olmak, mümkün olduğunca çevresel toksinlerden uzak olmak bağışıklığımızı destekler.
Bütün bunlara rağmen yine de sonbaharda hava değişimlerinin etkisiyle soğuk algınlığı yaşayabiliriz. Bunu hissettiğimiz anda kendimize şifalı çaylar yapabiliriz. Örneğin boğaz ağrısı hissettiğimizde adaçayı hazırlayarak bununla gargara yapabiliriz. Veya zencefil, karanfil, tarçınla hazırladığımız çaya biraz bal katarak yudum yudum içebiliriz. Okaliptüs, nane gibi uçucu yağları koklayarak tıkalı olan burnumuzun açılmasını sağlayabiliriz. Şikayetlerimizde artış olursa mutlaka doktora başvurmayı unutmamalıyız.
Sağlıklı günler dilerim.