Mustafa Gökay Ferah: “Tulum, insanların duygularına dokunuyor”

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Çise” albümüyle müzik dünyasına güçlü bir giriş yapan Karadenizli sanatçı Mustafa Gökay Ferah ile bir araya geldik. Ferah, Türkiye’de 20 yıldır tulum icracısı olarak da adından çok sık söz ettiren ve eğitmen yönüyle de çok sayıda isme tulum çalmayı öğreten bir sanatçı…

Sanat yaşamı üzerine gerçekleştirdiğimiz röportajda Mustafa Gökay Ferah; “Karadeniz müziği yapan sanatçıların sözlere, bestelere ve müziğine çok dikkat etmeleri gerekiyor ki bu müzik daha doğru bir yol alabilsin. Karadeniz müziğinde Karadenizli olmayanların en sevdiği enstrüman tulumdur. Polifonik yapıya sahip üflemeliler içerisindeki ender bir enstrüman olan tulum insanların duygularına dokunuyor. Her ezginin ve her güftenin bir zamanı var… O zaman gelince kendisi ortaya çıkıyor” diye konuştu.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

17 Mayıs 1986’da Rize Hemşin’de dünyaya geldim. İlk, orta ve lise eğitimimi Hemşin’de tamamladım. Lisenin ilk senesinde tulum çalmayı öğrendim. Lise bittikten sonra konservatuar ideallerim oluşmaya başladı ve beşinci kez girdiğim üniversite sınavında İstanbul Teknik Üniversitesi’ni ve aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi’ni kazandım. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni tercih ederek, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümü öğrencisi oldum. Mezun olduktan sonra başladığım yüksek lisans eğitimimi kariyerim nedeniyle dondurdum. İlk solo albümüm için çalışmalar 2012 yılında başladı ve “Çise” albümümü 2 Haziran 2015’te yayınladık. Çok emek verdiğim bir albüm oldu. 20 yıldır tulum çalıyorum ve 15 yıldır da tulum eğitmenliği yapıyorum. Türkiye’de tulumla ilgili geçmişten bugüne yayınlanan belgeseller ve dizi müziklerinde benim ismimi görürsünüz. Bu çalışmalarım devam ederken bir taraftan da tulum nerelere girebilir, devlet erkanındaki orkestralarda yerini daha nasıl sağlamlaştırabilir gibi çalışmalarım da devam ediyor. Bununla ilgili yakında sürprizlerim de olacak inşallah… Ben solist yönümün yanı sıra hem söz yazıyorum hem de beste yapıyorum. Hüsnü Üstün’ün yönettiği Çaydef Korosu’nda yer alıyorum. Kendisi sağ olsun çok eski bir tecrübedir. Çok kaliteli insanların bir araya geldiği ve çok güzel bir enerjinin yer aldığı koro çalışmalarımız çok keyifli geçiyor ve çok şey öğreniyorum. Hüsnü hocamızı tanımasaydım sanat müziği adına çok eksiğim olurdu. Daha önce kendim de korolar kurmuştum. Türkiye’de ilk kez liseler düzeyinde 160 kişiden oluşan ve İzmir Marşı’nı tulum ile kemençe’nin de içinde bulunduğu bir aranjeyle yapmanın, televizyon kanallarında haberlerde bu konuda yer aldığım işlere de imza attım. 4 yıldır bir kolejde müzik öğretmeniydim. Devlet sanatçılığı için 2 yıldır çalışmalarımı sürdürüyorum. Tulumun devlet erkanında kalıcı bir yer alması için. Sınav yapılması için kadrolar açıldı. Bunun için çok çabaladım. Sınavı da kazanırsam devlet sanatçısı olacağım. 1 Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’yla Sümela Manastırı açılışında tulum çaldım. Solist enstrüman olarak oraya konuk oldum. O çok önemli bir projedir ve bir ilktir aynı zamanda…

“Çise” sizin için nasıl bir albümdü?

İlk solo albümüm olan “Çise” 13 parçadan oluşuyordu. Bir de o albümdeki aynı parçaların akustik versiyonlarının yer aldığı “Akustik” albümüm var. Çise Karadeniz bölgesini olduğu gibi yansıtan bir albümdür. Her bir parçaya ayrı özen gösterdik. Gerçekten üzerine çok titizlikle çalışılan arşivlik bir albümdür. Yıllar sonra piyasaya yeniden çıkarılsa inanıyorum ki patlayıp yürür. O albümdeki parçalarım dizi ve sinemalarda bulunamadı. Ancak o zamanın en büyük müzik kanalı Kral Tv’de kliplerim döndü. Kısacası tanıtımını çok iyi yapamadığımız için çok iyi yerlere gelemediğini düşünsem de hala her gün yapılan paylaşımlardan etiket alıyorum, bu da aslında albümümün halk tabanın da yerini aldığını gösteriyor. Bu yol meşakkatlidir ve çok hızlı bir yol değildir. Bizim bölgemizde atalarımızın söylediği çok önemli bir söz vardır. “İyi ürün geç hasıl olur” derler. Remzi Bekar hocamız da bana hep “Doğru yoldasın” der ve bu sözü söyler, hayat beni yorsa da Remzi Bekar gibi üstadlardan gelen bu sözler umutlarımı diri tutuyor..

Genellikle hareketli notalar akla gelse de Karadeniz müziğinde hüzünlü parçalar da var. Sizce Karadeniz müziklerini farklı kılan özellik nedir?

Karadeniz dokusunu iyi bilen birisi olarak, enstrümanlarımız başlı başına işin rengini ve tadını belirleyen en önemli unsurdur diyebilirim. Rize’den Artvin’e doğru giderken birçok yörede tulum hep karşımıza çıkar ancak Tulum, Rize Hemşin merkezli bir çalgıdır. Tulumun yapısıyla birlikte melodilerin yapısı da ortaya çıkar yani Uşak ve Hüseyni makamı dizilerinden oluşan bir yapıya sahiptir. Yörede bu çalgıların yapısını değiştirmek mümkün değildir ve türküler de hep o çizgide döner. Dolayısıyla türkülerin dokunaklı bir yapısı vardır. Hareketli parçalarımız da hep dinamiktir. Artvin’de akordeon ile birlikte tulum da çalınır. Kemençe tuluma göre müzikal açıdan daha geniş bir saz olduğu için onda da farklı makamlarda farklı ezgiler ortaya çıkıyor. Karadeniz müziğinin yapısı enstrümanlarından kaynaklı kendini ister istemez belli ediyor. Fakat Karadeniz müziğindeki en önemli kısas enstrümanların yapısıdır ve bu enstrümanlar bölgeye yansıdığı için türkülerin sözleri hep o çizgide yazılır. Ancak insanlar maalesef Karadeniz türkülerinin hep hareketli olduğunu zannederler! Bu 1950-1960’lı yıllardan bu yana Türk sinemasında oluşan anlayıştan kaynaklıdır. Halbuki Karadeniz’de hareketli parçaların yanı sıra bir o kadar da ağıtlar, destanlar ve aşk şarkıları da çok yoğundur. Sevdalıların dertlerini dile getiren ve ağlatan çok güzel türküler vardır. Dolayısıyla Karadeniz müziğine sadece hareketli olarak bakmak çok da doğru değildir.

Peki, bu açıdan baktığımızda Karadeniz müziğinin hak ettiği yerde olduğunu düşünüyor musunuz?

Karadeniz müziği her geçen gün nicelik olarak çok artıyor. Geçmişte maalesef hareketli ritimlerle icra edilen bir haldeydi ama bugün artık daha modernize edilmiş bir aranjeyle dinleyebiliyoruz, bu karadeniz müziği kalitesi adına çok iyi birşey elbette ki. Ayrıca Türkiye’de birçok bölgenin insanı da Karadeniz müziğine bayılıyor. Karadeniz müziği artık kendisini kabul ettirdi ve kitlelere de çoktan açıldı… Karadeniz müziği nicelik olarak çok güzel yerlerde ancak burada bir ayrıntıdan da bahsetmek istiyorum. Nitelik olarak Karadeniz müziğini gerçekten bilen kişilerin yapması çok önemlidir. Ben buna çok dikkat eden isimlerden bir tanesiyim. Ama piyasada bir şeyin popüler olmasıyla birlikte çok garip isimlerden bir yığılmayla müziğin kalitesi düşebiliyor. Ben nazımın geçtiği isimleri elimden geldiğince uyarıyor ve yardımcı oluyorum! Karadeniz müziği yapan sanatçıların sözlere, bestelere ve müziğine çok dikkat etmeleri gerekiyor ki bu müzik daha doğru bir yol alabilsin.

Tulumu ilk kez elinize ne zaman aldınız ve o merak size nereden geldi?

Bana ilk enstrümanımı babam getirdi ve tulum çalmamı babam önerdi. Böylece 14 yaşında tulumu elime aldım… Lise 1’deydim ve babam okuduğum okulun edebiyat öğretmeniydi. İleri görüşlü ve ufku açık bir babaya sahip olmakla şanslı bir adamım. Kısa sürede tulum çalmayı öğrenerek lisede yapılan bayram törenlerinde çalmaya başlamıştım. Daha sonra yöredeki amatör gruplar, amatör sanatçılar ve ardından ulusal sanatçılarla bir araya gelerek adım adım 4-5 sene içerisinde kendimi geliştirdim. Hemşin’den İstanbul’a 2006 yılında geldim. 2006 yılı öncesinde Türkiye’de birçok ilde ve yurt dışında sanatçıların yanında konserlere gidiyordum.

Peki, öğrencilerinizdeki tulum öğrenmeye yöneliş genelde nasıl oluyor?

Karadeniz müziğinin popüler olmasıyla birlikte insanlar bir arayışa giriyor ve tulum öğrenmek istiyorlar. Sivas, Tunceli, Samsun, Ordu, İstanbul, Kocaeli, Kastamonu, İzmir ve Antalya başta olmak üzere Türkiye’nin her ilinden tulum öğrencim var. Özellikle de birçok kadın öğrencim vardır. Hatta kadın öğrencilerimle “Tulumun Sultanları” adında bir grup da kurmuştuk. Tulum icracılığını gerçekten aşk ile severek öğreniyorlar. Karadeniz müziğinde Karadenizli olmayanların en sevdiği enstrüman genelde tulumdur, kemençe ve akordeon da sonra geliyor. Tulumun enerjisi duygusal parçalarda hissettirdikleri açısından çok başka olduğunu düşünüyorum. Polifonik yapıya sahip üflemeliler içerisindeki ender bir enstrüman olan tulum insanların duygularına dokunuyor. Yaklaşık 2000’li yılların başında başlayan süreçle 2005 yılından sonra iyice bilinen bir enstrüman haline geldi. Önceden tulumun ne olduğunu bilmezdi bir çok insan, Gayda zannediyorlardı. Hatta “tulum” deyince tulum peyniri ya da çocuklara giydirilen tulum zanneden insanlar vardı! Biz bunu anlatmaya çalıştığımız bir dönemden de geçtik! Türkiye’de insanlar tulumu tanımıyorlardı. 1975’li yıllarda TRT Radyosu’nda ilk tulumu çalan ve duyuran isimlerin başında Remzi Bekar üstadımız var. Ben İstanbul Teknik Üniversitesi’nde “Remzi Bekar ve Tulum İcracılığı” adlı bir bitirme tezi hazırlamıştım. O tezde tüm biyografisini neler yaptığını anlattım. O da yaşamında çok sıkıntılar yaşamış. 1975’li yıllarda başlamış olduğu mücadele de tulumun bir yerlere gelmesi ve duyulması için TRT’de icrada bulunmuştur. Kadro alamamış ve bunun için çok uğraşmıştır. Bir türlü fırsat verilmemiştir. Ben o devlet sanatçılığını sağlayabilirsem inşallah bir ilk olacak.

Bir enstrümanı kadın ya da erkek çalar diye kıstaslar var mıdır?

Geçmişte kadın tulum icracısı hiç olmamıştır. Daha doğrusu anlatılanlarda ve araştırmalarımda böyle bir bilgiye hiç denk gelmedim. Türkiye’de kadın tulum icracılarını ilk kez ben yetiştirdim. 2006 yılından bu yana birçok öğrencim sahnelerde ve kliplerde yer alıyorlar. Asla öyle bir kıstas düşüncesinde olmadım. İnsanlar öğrenmek istediler ve ben de öğrettim.

Tulum enstrümanı çalmanın keyifli ve zor yanları neler?

Tulum akordu zor bir enstrümandır. Akordu çok kolay bozulabilen bir enstrümandır ama bununla birlikte çalması biraz daha kolay bir enstrümandır. Bölgenin müziğini ve yapısını bilmekle birlikte diğerleri de gelişiyor.

Hem bir enstrüman çalan hem de solist olan bir sanatçı için her zaman yetenek yeterli midir? Başarının sırrı nedir?

Ben müziğe sadece tulum icracısı olarak 2001 yılında başladım ve 2011 yılından bu yana da solistim. Hem tulum çalmak hem de konserde türküler okumak gerçekten zor. Çünkü üflemeli bir enstrüman çalarken aynı zamanda vokal de yapmaya çalışıyorsunuz. Dolayısıyla zor ve insanı yoran bir şey ama bu zorluğun üstesinden geldim çok şükür. Sahnelerimde artık tulum da çalıyorum türkü de okuyorum. Bunu bir orkestra durumuna da oturttum.

Günlük yaşamınızda genellikle neler yaparsınız?

Gezmeyi çok severim ve gezdiğim zaman üretiyorum. Evde oturduğum zaman hiçbir şey üretmek aklıma gelmiyor. Hayatın içinde olmam gerekiyor; belki metrobüste, belki vapurda, belki de kendi arabamla geziyor olmalıyım… Arabamda beste yapıyorum ya da metrobüste bir şey aklıma geliyor ve onu hemen orada mırıldanarak kaydediyorum. Daha sonra geliştiriyorum ya da aklıma bir söz geliyor onu not alıyorum. Notlarımda çok sayıda sözler vardır içerisinden neler çıkar bilmiyorum. Enstrüman çaldığım ve nota bildiğim için bazı şeyler benim için daha kolay. Artık teknoloji de gelişti hatta elektro tulum da var. Tulum çalmak artık daha kolay ama zor olan bu şehirde üretmek! İstanbul’un insana yüklemiş olduğu stres çok yoğun ve aynı anda birçok işle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Üretmemizi engelleyen en önemli şeylerden bir tanesi de bu koşullar diye düşünüyorum. Her ezginin ve her güftenin bir zamanı var… O zaman gelince bir şekilde kendisi ortaya çıkıyor..

Yeni albüm ve sürpriz çalışmalarınız var mı?

Evet, yeni albüm çalışmaları var hatta stüdyoya girdik ve parçaları kaydettik. Ama çok parçalı bir albüm mü, yoksa tekli mi, yoksa maksi tekli şeklinde mi yaparız gibi düşünceler mevcut. Şu anda piyasa koşulları gereği albüm çıkarmanın çok doğru bir zaman olmadığını düşüncesi hakim bende. Pandeminin etkilediği bir dönemde kapalı mekanlarda konserlerde bir araya gelmek artık çok zor. Albüm piyasaya çıkınca dizi ve televizyonda çeşitli projelerle tanıtımını iyi yapacaksınız ki bir anlamı olsun. Üretmiş olduklarımız kolay üretilmiyor ve bunları da iyi koruyarak zamanı geldiğinde doğru bir şekilde yayınlamanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Yaptığım işler ve ismim belli bir yere kadar uzandı çok şükür. Bundan sonra ki adımlarım da ve hamlelerimde daha nokta atışı adımlar gerekiyor ki kitlelere daha kısa yoldan ulaşalım. Ben eserlerime güveniyorum. Yeter ki bize yol açsınlar, gerekli koşullar oluşsun, en önemlisi de yaradan yürü ya kulum dedi mi gerisi çok daha iyi şekilde gelecektir diye düşünüyor ve inanıyorum.

Dizi müziklerinin sanatçılara katkısı daha çok oluyor sanırım?

Evet, elbette müziklerin dizilerde tanınırlığı artıyor. Dizilerde görsel ile müzik birleşince çok güçlü bir anlam oluşturuyor. TRT’nin çektiği “Koyverdin Gittin Beni” adlı bir sinema film vardı. O sinema filminde ilk oyunculuğumu 7 yıl önce yaptım, hem de müzik eğitmenliğimle orada bulundum. Daha önce “Moskova’nın Şifresi”nde eski rock grupla beraber düğün sahnesinde yer almıştım. “Ayı ve İnsan” belgeselindeki tulumları ben çaldım. TRT ve Kültür Bakanlığı’nda yer alacak projelerim var. Karakovan belgeselin icralarını ve aranjörlüğünü yaptım, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisinde ki tulumları da ben çaldım.

Sarıyer, Karadenizli ailelerin çok yaşadığı bir semt. Peki, Sarıyer sizin için ne ifade ediyor?

Sarıyer’e çok gelirim, özellikle de Büyükdere’ye… Büyükdere’deki Şehri Naz Cafe’de vakit geçiririm. Orada Hemşinlilerin oluşturduğu, Kobal’lar ve Hüsrev’lerin yaşadığı bir mahalle de vardır. Yılmaz Hüsrev, aynı zamanda Çaydef’in başkanıdır. Kaliteli sohbetlerimizle çayımızı içtiğimiz güzel bir ortam vardır. Oraya gitmeyi de önemserim…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.