Elif İnci: “O film hayatımı değiştirdi!”

Türk sinemasının unutulmaz filmlerinden Selvi Boylum Al Yazmalım’da bir erkek çocuğu olan "Samet" karakterine hayat veren oyuncu Elif İnci ile bir araya geldik. İlkbahar havasına keyif katan, kahvelerimizi yudumladıkça ve konuştukça heyecan duyduğumuz bir sohbet bizi alıp çok eskilere götürdü... Başarılı oyuncu İnci, filmde olduğu kadar kendi hayatında da büyük yer tutan, “Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti” unutulmaz repliğini hatırlatıp, 1977 yılında başlayan ve 48 yıldır emek verdiği oyunculuk yolculuğunu anlattı…

featured
service service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hayat verdiği her rolde izleyicilerin karşısına tüm içtenliğiyle çıkan sevilen oyuncu Elif İnci; “Oyunculuk bitmeyen bir yolculuk ve bitmeyecek bir öğretidir. Hayatıma doğaçlama bir şekilde geldi. Her rolde o samimi ve sıcak duygu eğer seyirciye geçebiliyorsa ne mutlu bana diyorum! Birçok insanın hayatında çok önemli bir yeri olan Selvi Boylum Al Yazmalım, çok değerli bir projeydi. Hayatımı değiştirdi o film! Hala ‘Samet’ diyerek seslenenler var! Çok gurur duyuyorum… Öyle bir dönemde büyüdüğüm için de kendimi çok şanslı buluyorum” diye konuştu.

Elif İnci, bir oyuncu olarak kendisini genellikle nasıl anlatır?

Oyuncu olarak devamlı öğrenmeye açık biriyim… Çünkü uçsuz bucaksız bir alan ve bitmeyen bir yolculuk oyunculuk mesleği… Her zaman öğrenci gibi hissediyorum, öğrenecek çok şey var! Annem tiyatro sanatçısıydı, doğduğumdan bu yana sahneler ve kulislerdeyim. Bir de en önemli şey disiplin! Yaptığın iş ufacık bile olsa ne kadar önemli olduğunu ve o disiplinle, o saygıyla ilerlemesi gerektiğini öğrendim. Öyle devam ediyor Elif oyunculuğa… 1977’de ilk filmim Atıf Yılmaz’ın “Selvi Boylum Al Yazmalım”, ikinci filmim ise 1992’de Memduh Ün’ün “Zıkkımın Kökü” olmasından dolayı da çok şanslıyım. “Zıkkımın Kökü” filmi de oyunculuk hayatımda büyük yer tutar çünkü Adana’da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’nü bu filmdeki ‘Raziye’ rolüyle aldım.

Anneniz Perihan Doygun bir tiyatro oyuncusu, babanız Bilal İnci bir sinema oyuncusuydu. Peki, siz sanat yaşamınıza nasıl adım attınız ve aslında oyunculukla yollarınızı kesiştiren ne oldu?

Oyunculuk, hayatıma doğaçlama bir şekilde doğuştan geldi diyebilirim! Annemin karnında başlamışım sahneye çıkmaya ve doğduktan sonra da hep kuliste büyümüşüm… O büyülü ortamın o kadar içinde olmak zaten insanı o mesleğe doğru yönlendiriyor ama şöyle bir şansım vardı; annem çok iyi bir tiyatro eğitmeniydi ve iyi bir oyuncuydu. Selvi Boylum Al Yazmalım filmi sürecimde de şu anda adı oyuncu koçluğu denilen şeyi annem zaten o zaman bana yapıyordu. Bütün rolleri bana çalıştırıyordu. Evde devamlı doğaçlama yaparak büyüdüm. Yani oyunculuk yeteneğim var ise de o yetenek çok güzel yönlendirildi. Tiyatrodan hiç ayrılmadım. 13 yaşında Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuk yaptım. Birçok oyunda oynadım. Sonrasında tekrar Şehir Tiyatrosu’nda tiyatro yaptım. Film serüveninden sonra İstanbul’a geldim. İstanbul’da yine tiyatroyla devam ettim. Tiyatronun içine doğdum, onun için de oyunculuk benim için çok önemli ve çok değerli bir şey… Sonrasında hayatıma 7. sanat sinema yani büyülü beyazperde girdi. Onunla da şimdiye kadar güzel bir şeyler yaparak ilerlemeye çalışıyorum.

Evet, sinema filmlerinde ve dizilerde birçok rolde yer aldınız. Size gelen rolleri değerlendirirken genellikle neleri göz önünde bulundurarak karar verirsiniz?

Açıkçası yelpazesi çok geniş bir alan oyunculuk… Farklı karakterlerde oynamak çok hoşuma gidiyor. Hep aynı rol olması tekdüze olmasıdır oyunculuk anlamında… Tabi ki her rolde bir şeyler öğrenirim ama biraz da körelten bir şey olduğunu düşünüyorum. Mesela babam bunun en iyi örneğiydi! Babam bir röportajında şunu dile getirmiş; “Ben komedide oynamayı çok isterdim aslında!”… Fakat hiç fırsatı olmadı! Çünkü o kadar yakıştı ve yapıştı ki o rol onun üzerine yüzlerce filminin içerisinde sadece 2 tane iyi rolde oynadığı filmi var…

Onlar da pek hatırlanmıyordur herhalde değil mi?

Onlar da çok değerli filmler ama evet çok fazla anımsanmıyor. Ben yelpazemin çok geniş olmasını isterim. Tercih etmekten ziyade o rolle kendimi nasıl ifade edebileceğimi, seyirciye ne kadar doğal ve onu yaşar halde oynayabileceğimi düşünüyorum. Onun için farklı tipler, farklı karakterler olsun istiyorum. Sonuçta bir kadın oyuncuyum ve şimdi yaşım da ilerlediği için daha çok anne veya anneanne rolleri geliyor! Ama ben bunun dramaturjisi ile yani o kadın rolün ne yaşadığı ile çok ilgileniyorum… Gençliğimde ‘Deli Yürek’ dizisinde “Gülçin” karakteriydim mesela çok etkiledi beni o rol… Oyunculuk tercihimde hep alt metne bakıyorum ve farklı farklı yelpazelerde oluyor.

Peki, gelecek projeleriniz için hayalini kurduğunuz bir rol var mı?

Uç noktalardaki karakterler çok ilgimi çekiyor! Mesela psikolojik olarak zorluklar atlatmış ve bunun getirisi bir takım hikayeleri olan bir kadın karakteri oynamak isterim.

Burada rol yapışmasına tekrar geri dönelim istiyorum… Sizin için rol yapışmasının avantajı ve dezavantajı nedir?

Farklı karakterler ve farklı rolleri her zaman için tercih ediyorum. Oyunculuğa tek tip bir karakter üzeriden devam ettiğim zaman çok fazla ilerleyebileceğimi düşünmüyorum! Oyuncu olarak “o role ne katabilirim” diye düşünürüm devamlı ama tabi ki herkesin kendi tercihi ve herkesin oyunculuk yolculuğu farklıdır. Hiç kimseye bir şey söyleyemem… Rol yapışması çok tercih edeceğim bir şey değil… Çünkü hafızalar öyle alışıyor ve hep onu izlemek istiyor. Farklı bir şeyler yaptığın zaman da alışılmışın dışına çıktığı için anlaşılamıyor. Yelpazeyi geniş tutarak rol yapışmadan, her rolde o samimi, o sıcak duygu eğer seyirciye geçebiliyorsa ne mutlu bana diyorum!

1977 yılında çekilen Türk Sineması’nın unutulmazı “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminde, bir erkek çocuğu olan “Samet” karakterini oynadınız. Hala ilgiyle izlenen ve unutulmayan bir film… Uzun süre bilinmiyordu tabi… Biz de sizinle o yıllara dönelim ve sizden dinleyelim istiyorum. Aslında son sahnesiyle filmin kaderini de belirleyen erkek çocuk Samet rolünden aklınızda neler kaldı ve o çocuk karakter size neler hissettirdi, neler kattı? En zor kısmı neydi?

Selvi Boylum Al Yazmalım, çok değerli bir projeydi. Kafalarda bazen soru işaretleri oluyor ve hala paylaşımların altına da seyirciler merakla yazıyor: “Erkek çocuğu mu yoktu ki Elif İnci oynadı!”… Ben de bunu senin sayende açıklamış olayım. Tabi ki birçok erkek çocuk oyuncu vardı. Annemle Adana’da yaşıyorduk ve filmin yönetmeni Atıf Yılmaz, film çekimlerine bölge ve mekan bakmak için Osmaniye’ye geliyor. Atıf Yılmaz beni görüyor ve “Neden Elif olmasın” diye o an karar veriyor. Bu düşüncesini anneme söylüyor. Çok bıcır bıcır ve çok tatlı bir çocukmuşum! En zor kısmı bir kız çocuğunun saçlarını kestirmesidir tabi ki! Annem orada beni çok zor ikna etmiş… Yanlış anlaşılmalar olabiliyor, şöyle ki Bilal İnci’nin kızıyım evet ve öyle değerli bir aktörün kızı olduğum için babamla gurur duyuyorum ama oyunculukta kendi yolculuğumdayım. Aynı zamanda tiyatrocu annem Perihan Doygun’un da kızıyım. Hep tiyatroyla ilerledim. Bunun torpille olan bir şey olmadığını bilmelerini istiyorum. Selvi Boylum Al Yazmalım çok güzel bir yolculuktu. Orada çok küçüktüm ama çok keyif aldığımı hatırlıyorum. ‘Asya’ rolüne hayat veren Türkan (Şoray) ablayla ve ‘İlyas’ rolündeki Kadir (İnanır) abiyle çok güzel vakit geçiriyorduk. İnanılmaz ilgililerdi ve bana karşı çok sevgi dolulardı.

Filmde hiç unutamadığınız bir sahne var mı?

Evet, salıncaktan düşme sahnesi var. Rol gereği salıncaktan düştüğümde canım çok yanmış ve “oynamayacağım” diye tutturmuşum! Sonra tabi ikna etmişler… Film için önemli sahnelerden de birisidir çünkü orada Samet, ilk kez “anne”, “baba” diyor! Asya’nın, “Samet, Cemşit’e baba dedi, onu babalığa seçti” dediği repliği de yine ilk kez orada duyuyoruz. Son sahnede Samet’in “baba” diyerek Cemşit’e (Ahmet Mekin) koşması da filimin kaderini belirliyor… Çok fedakar bir anne olan Asya’nın, belki kalbi farklı atsa da doğru olanı çocuğunun yönlendirmesiyle yaptığını düşünüyorum. Hayatımı değiştirdi o film! Oyunculuk yolculuğum için çok değerli ancak oyuncu olmasaydım da yine çok değerli… Çok özel bir filmdi. O filmden sonra Türk sineması, çocuk oyuncuları artık daha farklı bir bakış açısıyla değerlendirmeye başlamış. Ayşecik ve Ömercik filmleri biçim değiştirmiş, yine çok değerli bir film Uçurtmayı Vurmasınlar gelmişti…

Büyüyüp artık bir yetişkin oyuncu olduğunuzda da filmi mutlaka izlemişsinizdir. Ve, gelelim filmin o unutulmaz cümlesine; “Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.” Bu replik sizin için ne ifade ediyor? O yıllara yeniden gittiğinizde ve sinemaseverler size o yönde ilgi gösterdiğinde neler hissediyorsunuz?

Hala “Samet” diyerek seslenenler var! Çok gurur duyuyorum… Her defasında çok şaşırıyorlar ve çok etkileniyorlar. Çünkü birçok insanın hayatında çok önemli bir yer etti o film. Gerçekten “sevgi” emektir. İnsanın bakış açısını değiştiren bir replikti. Cengiz Aytmatov’un yazdığı bir hikayedir. Macit Koper senaryo haline getirdi. Atıf Yılmaz çekti. Filmin gerçekten en önemli ve hafızalarımıza kazınan repliği “Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.” Ben de bütün hayatım boyunca bu kelime üzerinde yaşadığımı söyleyebilirim. Annemden bunu gördüm hep ve bir oğlum var onunla da aynı şekilde emek vermeden hiçbir şeyi büyütemeyeceğimizi biliyoruz. Emek vererek sevgiyi de oluşturuyoruz ve paylaşarak çoğalıyoruz. Çok değerli ve gerçekten de o emekleri verilen insanların başka şeyler uğruna hakkının yenmemesi gerekiyor. Bana bunu öğretti bu hikaye: sevgi emektir.

O filmde Türk sinemasının dev isimlerinden Türkan Şoray ve Kadir İnanır ile bir aradaydınız. Peki, yıllar sonra sizi yine bir araya getiren başka bir film oldu mu?

Başka bir film daha olmadı, keşke olsaydı ama Türkan (Şoray) ablayla hep haberleştik ve çoğu zaman Selvi Boylum Al Yazmalım ile ilgili yapılan işlerde üçümüz bir araya gelebildik. Film İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. Kadir İnanır ile ‘Kardelen’ diye bir televizyon projesi vardı orada oynama şansımız oldu.

Ne güzel bu bağ hiç kopmamış oluyor öyleyse, siz hala onların küçük çocuğu…

Kesinlikle…

Peki, o yıllarda teknolojik yetersizliklere rağmen böyle unutulmaz filmler çekilebilmesini günümüz film ve dizileri ile karşılaştıracak olursanız bir oyuncu olarak değerlendirmeniz ne olur?

Samimiyet! Ben her zaman ona inandım ve herkesin işini severek yapıyor olması… Çağımızda ne yazık ki bu çok fazla görülebilen bir şey değil… Çok daha çabuk tüketiliyor emekler! Çünkü bir proje hayata geçerken her biri ayrı bir emek isteyen çalışmalardan oluşuyor. Tabi sinema için seyircinin beğenisine sunulduğu ve festivallerde kendi yerini arayıp bulduğundan bunu ayrı konuşmamız gerekir. Ancak televizyon dizileri çok çabuk tüketiliyor. Güzel senaryolar seyredilmediği zaman kaldırılabiliyor. Sanırım o eski Türk filmlerindeki samimiyet başkaydı ve o zaman tabi ki teknoloji bu kadar iyi değildi mesela televizyon yoktu herkes sinemalardaydı. Ben bütün çocukluğumu annemle beraber Adana’da geçirdim. Yazları yazlık, kışları kışlık sinemalara giderdik. Öyle bir dönemde her şeyin tadını alarak büyüdüğüm için kendimi çok şanslı buluyorum. Yeni nesil de inşallah yapılan işlere gereken saygıyı gösterip, değecek işlerle yol alır. Bir de hikayeler… Hikayelerin de samimi olması çok önemli. Hikayeler de aslında hayatımızın içindendi. Bir Münir Özkul, bir Adile Naşit filmleri vardı… Hababam Sınıfı, Neşeli Günler… Bunlar o kadar değerli işlerdi ki. Ayhan Işık’lı, Cüneyt Arkın’lı, Fatma Girik’li, Filiz Akın’lı, Türkan Şoray’lı filmler çok güzeldi. Samimiyet ve sıcaklık vardı. Hikayeler insanları o büyülü dünyaya götürüyordu. Çok farklıydı. Şimdilerde biraz halkın nabzına göre de iş yapılıyor. O zaman öyle değildi. O zaman yepyeni şeyler yaratılıyordu. Şimdi dönem dönem farklı işler yapılıyor. Halk bunu seviyor diyorlar ve böyle ilerliyorlar. Biraz daha az yaratıcılık oluyor belki. Umut ediyorum yelpazelerini daha genişletirler ve güzel işler yaparlar.

Oyunculuk hayatınızda sizde en çok iz bırakan rol hangisidir?

Tabi ki Samet! Çünkü orada oynarken de yaşarken de yaşattıkları ve sonrasında bu yaşıma kadar da gurur duyarak taşıdığım çok değerli bir rol. Sonrasında çok şey öğrendiğim ve hocam olan Osman Sınav’ın ‘Deli Yürek’ dizi projesi bir okul gibiydi. O dönem herkesin izlediği bir projeydi ve oradaki ‘Gülçin’ karakteri de benim için çok değerliydi. Çok yakın bir zamanda kaybettiğimiz Osman Sınav’ı da burada bir kez daha anmak istiyorum. Hepimize çok şey öğretti. Çok şükran duyuyorum.

Günümüzde oyuncuların yaşadığı sorunlara bakacak olursak sizce ilk sıralarda neler var?

Yıllarca emek vermiş ve kendisini hala yetiştirmeye, hala öğrenmeye devam eden benim gibi birçok oyuncu arkadaşım var. Fakat artık günümüzde ne yazık ki sizin geçmişinizde yaptığınız işler ya da başarınızdan çok sosyal medyadaki duruşunuz üzerinden bir takım kararlar veriliyor! Bu çok üzücü, çok yıpratıcı… Birçok oyuncunun da hak etmediği bir bakış açısı bence. Bunu en büyük sorunlardan biri olarak görüyorum. Oyunculara fırsat tanınmıyor ve tekelleşme oluyor. Bu da bana çok doğru gelmiyor. Çünkü çok geniş bir oyuncu kitlesi var ve herkesin bir şekilde işini yapması gerekiyor. Mesleğimizi yaparak besleniyoruz. Yani maddi manevi her konuda kendi mesleğini yaparak ayakta kalmak istiyor insan. Takipçi sayısına göre oyuncu seçimi olduğunu öğrendiğimde ben çok üzülmüştüm… Sosyal medya tabi ki çok şey kattı, daha görünür hale getirdi ama biz yılların oyuncusuyuz ve sosyal medya her zaman hayatımızda olmadı. Yıllardır yapımcı ve yönetmenler yaptığımız işlere bakarak o role uygunluğumuza karar verdi.

Sizi yakın zamanda final yapan Zembilli dizisinde izledik. Peki, yakında başka sürpriz projeleriniz var mı?

Zembilli’de beni role dizinin kurucu yönetmeni Ufuk Hakan Eren uygun buldu. Evlat acısı çekmiş bir anne olan Lütfiye’ye hayat verdim. Bir oğlunu kaybetmişti ve aşırı düşkün olduğu bir oğlu daha vardı. Kızının ona bırakıp gittiği bir de torunu vardı. Dizi ne yazık ki çok uzun soluklu olamadı. Oysaki çok keyifli bir diziydi. Çok değerli oyunculardı ve çok keyifli bir ortamdı. İnşallah şimdi yeni projeler için sürpriz diyemeyeceğim ama kısmet diyelim. Eminim yine güzel ve farklı bir rolle ekranlara geleceğim.

Sanat yaşamınızda edindiğiniz tecrübelerle neler tavsiye etmek istersiniz oyuncu meslektaşlarınıza?

Oyunculuk bitmeyecek bir öğretidir. Ben öyle öğrendim ve öyle inandım. Hiçbir zaman ‘ben oldum’ diyemezsin. Dememeliyim! Genç arkadaşlarıma ki benim akrabalarımdan da bu mesleğe gönül verenler var, onlara hep söylediğim şey gerçekten disiplinle ve yaptığı iş ufacık bile olsa o role aynı sevgiyle, aynı alakayla sarılmalarıdır. Mesleğini severek ve disiplinle yaptıkları zaman bence yolları hep açık olur.

Şunu da sormadan geçmeyelim, başarılı bir oyuncusunuz ve oyuncu olmasaydınız ne olmak isterdiniz hiç düşündünüz mü?

Çok teşekkür ederim öncelikle! Ben bu konu açılmışken de hayvan hakları savunucusu olduğumu söylemek istiyorum. Bu konuda kendimce ve bunca zamandır da elimden gelenlerle var olmaya çalışıyorum. Kesinlikle veteriner olurdum! Kendimi bildim bileli veteriner olmak istiyordum. Hayvanlara daha fazla nasıl yardımcı olabileceksem onları yapmak isterdim. Kısmet olmadı. Ama 50 yaşında üniversite sınavına girip şu anda İstanbul Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde Veteriner Teknikerliği ve Laborantlık okuyorum. İkinci senemdeyim. Bu bölümü okumak istememin sebebi de bu yolculukta hayvanların yanında olurken daha faydalı nasıl olabilirimin cevaplarını bulmaktı. Yıllardır hayvanlara bakıyorum, evimde Roni ve Asya isimli kedilerim var. Terk edilmişlerdi ben sahiplendim ve yolculuklarına benimle devam ediyorlar. Ben her zaman şunu söylüyorum, beslediğim ve yıllarımı geçirdiğim hayvanlarım benim için yol arkadaşı oluyor. Beni seçtikleri için hep çok mutlu oluyorum. Sokaktaki tüm canlılar için elimden gelen her şeyi yapıyorum aynı yoldaşlığa devam ediyorum. Yaşadığım muhitte de Sokak Hayvanları Derneği’mizle daha kapsamlı destek oluyorum, herkese de bu çalışmalara katılmalarını öneriyorum. Katliam yasasının bir an önce yürürlükten çekilmesini diliyorum. Kabul edilecek bir şey değil…

Günlük yaşamınızda neler yapıyorsunuz? Hobileriniz arasında neler var?

Adalı olmak çok istiyordum. Burgazada’da yaşama fırsatım oldu. 2 senedir buradayım. Yıllardır gelip gidiyordum. Şükürler olsun Ada bana çok iyi geliyor. Şehrin koşuşturmacası ve hayatın yorgunluklarının hepsinin gittiği yer. Her gün yürüyüşümü yapıyorum. Denize yakın olmak çok iyi hissettiriyor. Hayvanlarla iç içe olmak yani doğanın tüm renklerini ve sesini hissediyor olmak bence çok değerli. Genel olarak vaktimi doğayla iç içe geçiriyorum. Bir de oğlumla beraber taş topluyoruz ve bir çok güzel faaliyet yapıyoruz. Adada olmanın bütün güzelliklerinden faydalanıyorum.

Sarıyer deyince aklınıza gelen bir anınız var mı? Sarıyer Gazetesi okurlarına bir mesaj paylaşmak ister misiniz?

Öncelikle seninle tanışıp bu güzel sohbeti yaptığım için mutluyum ve çok teşekkür ediyorum. Sarıyer çok özel bir yer. Çünkü Atıf Yılmaz hocamla ‘Her Şey Aşk İçin’ isimli bir projesinde tekrar beraber çalıştık. Dizi Sarıyer’de çekildi. Sarıyer halkı çok sıcak ve samimiydi. Orada geçirdiğim her gün çok güzeldi… Daha sonra turne yaptık. Sarıyer sahnesinde de oynadım. Sarıyer’i çok seviyorum. Sarıyer Gazetesi okurlarıyla da böyle güzel bir röportajda yeniden bir araya geldiğim için heyecanlıyım.

  • Röportaj: Rukiye Ay

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.