Masalın sonunda, prenses kurbağayı öper ve kurbağa prense dönüşür. Ah bu masallar, bize böyle anlattılar biz de inandık. Sanırım bal gibi de kandırıldık. Öyle inandık ki başarırız, kendi prenslerimizi yaratırız sandık. Sonu belliydi ya masalın kurbağadan prens olacaktı. Hep de uyku öncesi dinlediğimiz bu masallar mis gibi yerleşmişti bilinçaltlarımıza.
Koca koca kadınlar olduk ama hâlâ kurbağadan prens olacağına inanıyorduk. Olmazları oldururuz sanıyorduk. Kıymet nedir bilmeyene kıymet bilmeyi, sevmeyene sevmeyi, aldatmayı huy edinene sadakati, kalbini karanlığa çevirmişe aydınlığı, kaba kuvveti adamlık sayana şefkati, egosuyla şişinene mütevazılığı, değer bilmeze değeri, boş konuşana sükûtu, had bilmeze haddini öğretiriz, öperiz de kurbağayı prense dönüştürürüz sanıyorduk. Biz öptük diye kurbağadan prens olur muydu hiç? Olmazdı elbet, ne mi olurdu? Kurbağa kurbağalığıyla kalır biz de kurbağayı öptüğümüzle kalırız.
Ah bu masallar ve nam-ı diğer prensler… Ölüm uykusundan uyanmak için de bir prensin gelip bizi öpmesini bekleriz. Masal da öyle anlatıldığına bakma masal işte adı üstünde.
Kendi uykundan kendin uyanmalısın. Sadece kendin için değişmeli ve dönüşmelisin. Önce sen kendini sevmeyi öğrenmelisin, kendini oturup can kulağıyla dinlemelisin… Prensleri kurbağaları masallar da bırakıp kendi gerçeğine uyanmalısın.
Sadece ayakkabının tekini bulup ayağına giydiriverdi diye o prensin peşine takılıp gitmemelisin… İlla ki takılıp gideceğim diyorsan, hayallerinin peşine takılıp gitmeyi denemelisin.
Hapsolduğun şatodan seni kurtarsın diye de öylece oturup bir prensin gelmesini beklememelisin. Zaten o prens de senin o Rapunzel saçların olmasa sanıyor musun ki seni o hapsolduğun şatodan öyle kolayca kurtarabilecekti.
Sevgili İrem Derici, kendisinin hayat enerjisine ve zekasına da hayranım söylemeden geçemeyeceğim… Kurbağayı defalarca öptü de ne oldu? Kurbağayı prense dönüştürebildi mi? Kurbağa yine kurbağa…