Rukiye Ay

Bir bayram yazısı…

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Her bayram biraz çocuk oluruz! Çünkü o günlerde mutluyken tadı damağımızda kalan şeker misalidir hafızamızda her şey… Büyüdükçe küçülen dünyalarımız mıdır bizi yoran, yoksa o kocaman dünyamızda küçücük çocuk ruhumuza bir parça yer ayıramayışımız mı?

Günlerin yetişemediğiniz, bir trene binip sizden hızla uzaklaştığı oldu mu hiç? Peki, tüm mutsuzluklara rağmen umutları beslemek zorunda kaldığınız o en yalnız anlarınız… Her gecenin bir sabahı olduğunu unutturan nefessizlikler… Bir değil binlerce kez başlayıp da tamamlayamadığımız nice cümleler… Hepimizin olmuştur. Hayat zor da olsa akıyor ama geriye ne kalıyor. Onca çabayla tutunduğumuz günlerden kalıyor mu eskisi gibi anılar. Dün bugüne benzemiyor mu? En çok da anıları biriktiremez olmadık mı? Telefonun hafızasında yer açmak ister gibi silinip gitmiyor mu en güzel fotoğraf kareleri hayatımızdan birer birer…

Bayram demek belki de en çok baba, anne ve aile demektir. İnsan ailesinden kopan her yaprağın bıraktığı o dayanılmaz acıya zor da olsa kabuk bağlayan bir ağaç misali güçlüdür. Oysa bir damla su ve bir damla nefes görmeyince ölecek bir çiçek gibi de güçsüzdür çoğu zaman…

Her geçen gün hayatın yüklerini omuzlarımızda daha çok hissediyoruz. Otobüste yanımda oturan yetmiş yaşlarında bir adam dedi ki “ben böyle yoksulluk görmedim”… Bu cümlenin üzerine şu yaşımda ne cevap verilirdi bilemedim. Ben de görmedim ama o yaşın daha henüz yarısındayım! Eski zamanların hep yoksullukla geçtiğini ve şimdi bizlerin hayatının daha iyi seviyede olduğunu düşünürken biz genç nesil bakalım daha neler görecek.

Ekonomik anlamda zor günler yaşıyoruz… Gelir artmıyorken giderler o kadar fazla ki bu durumun artık sadece fakirlerin değil, zenginlerin de meselesi haline geldiğini görüyoruz. Hayat pahalılığı insan emeğine yansımıyor. Emek hep ucuz, insan hayatı ne yazık ki hep ucuz! Tutulduk bir zam fırtınasına, bata çıka dalga dalga bir denizde ilerlemeye çalışıyoruz. Tek derdimiz “batmamak” olsa da vardığımız yerde pek de ferah bir kıyı beklemiyor.

Bir ağacın gölgesi, bir yudum suyun ve bir dilim ekmeğin tadı yeterken şöyle doya doya yaşamaya kalktık kocaman şehirlerde kendimize dert eder olduk her şeyi… Kazandıklarımız kaybettiğimiz sağlığımızı da geri vermez oldu. Siyaseti sevmem, doğada ve yaşamın bence hiçbir alanında siyaset yoktur. Ama bu işlerin de bir an evvel “siyaseti en iyi yapabilenlerce” etraflıca düşünülmesi gerekiyor. Yoksa bu denklemlerin şaştığı ve artık iki kere ikinin dört etmediği günlerde belki açlıktan değil ama mutsuzluktan öleceğiz!

Gerçekleri yazmadan olmazdı ama bu yazı bir umutsuzluk yazısı asla değildir. Eğer yazıyı okuyup da şu satırlara kadar geldiyseniz ne mutlu… En güzel cümleler hep sonradan gelir. Ben de bu yazımda öyle yaptım. Umut, bir kedinin miyavından tutun da bir çiçeğin tebessüm ettiği her yerde var. İçimizdeki umutlar nefesimiz gibidir. Sakın bitti zannetmeyin sakın son nefese kadar umut bitmez. Ve hayaller, tıpkı gökyüzündeki bembeyaz bulutlar gibidir. Onları yağmurlardan başka hiçbir şey simsiyah yapamaz. Yağmurlar hep sürmez bir gün güneş açar. Doğadaki her akışın benzeri insanda da var. O bembeyaz hayallerinizle varacağınız daha nice umutlu denizleriniz olsun.

Son cümle geldi çattı! Evet, bu yaşadıkça başka bayramlara da hatıra kalacak bir bayram yazısıdır…

İyi bayramlar. Sevgiyle kalın…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.