Duvaksız gelin Fikriye…

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

ÖYKÜ DOĞANAY yazdı:

Bizler onu zayıf, hasta, istenmeyen gelin ve dahası ikinci kadın olarak tanıdık aslında o öyle de sıradan bir kadın değildi daha küçücükken tanımıştı hayatının aşkını daha küçücükken çizmişti yolunu Bir dev’e gönül vermişti, tüm hayatını aşkının peşinden gitmeye adamıştı gitti de, hem de hayatı pahasına gitti…..

Öyle sandığınız gibi değildi her şey, o zayıf çelimsiz hatta sağlık problemleri olan küçücük kızın, nasıl devleştiğini, aşkına sahip çıkabilmek için onun yanında…. sadece yanında olabilmek için neler yapabildiğini hazırsanız size anlatayım tüm Türk halkının Duvaksız gelinini…..

Fikriye, yani Zeynep Fikriye Özdinçer 1897’de Yunanistan’da bir yarımada olan Yenişehr-i Fener’de, Atatürk’ün annesi Zübeyde hanımın ikinci eşi Ragıp Bey’in kardeşi Memduh Hayrettin bey ile Vasfiye hanımın kızı olarak dünyaya geldi. Narin ve hastalıklara karşı dayanıklı olmayan kırılgan bir yapısı vardı, bu hali onun gelecekteki hayatını da etkiledi eğitimi de dahil, Ama kendini geliştirmekten de hiç vazgeçmedi Fikriye, Fransızca Yunanca ve Almanca biliyordu, piyano ve ud çalmayı da öğrendi. Ailesi Türklere yapılan saldırılar nedeniyle önce Selanik’e daha sonra da İstanbul’a göç etti. Buraya geldikten sonra tüm ailesini sırasıyla kaybediyor Fikriye bu hayatta tek başına tutunmaya çalışıyor. O tek başına kalınca Ragıp Efendi ve Zübeyde Hanım ona kol kanat geriyor ve yanlarına alıyor. Zübeyde hanım Fikriye’yi aslında kızı gibi görmeye başlıyor ve onu çok seviyordu ama yinede oğluna uygun görmüyor. Mustafa Kemal’in ise ondan haberi bile yok.

Mavi gözlü dev’i ilk defa sekiz yaşında görüyor Fikriye aralarında tam 16 yaş var, tabi doğal olarak bu iki kişi arasındaki ilişki ancak abi kardeş ilişkisi olabilir, Üstelik Mustafa Kemal’in kardeşi Makbule’nin de hiç sevmediği söylenir Fikriye’yi, Balkan Savaşı öncesi Zübeyde hanım İstanbul’a taşınıyor, Fikriye durur mu, bu bahane ile evlerine daha çok girmeye başlıyor. Daha sekiz yaşındayken aşık olduğu Çakır gözlere 15 yaşında bir kez daha tutuluyor ama kimsenin ruhu bile duymuyor. Zaten kimseye söyleyemiyor…
Kızım Fikriye sen daha kaç yaşındasın ayrıca bir de uzaktan akrabalık var haddini bil demezler mi?
Aradan bir yıl geçiyor, Balkan Savaşı’nın bitmesi ile Binbaşı Mustafa Kemal ile İstanbul’daki Konak’ta tekrar karşılaşırlar Fikriye’nin Mustafa Kemal’e bu ölümüne tutkusu iyice ortaya çıkıyor, fakat bu öyle kırık bir aşk hikayesidir ki hep ayrılıklar giriyor araya zaten ayrılık olmasa aşk olur mu?

Çanakkale Savaşı giriyor araya ama kader onları yine bir araya getiriyor ve İstanbul’da yeniden bir araya geliyorlar, Fikriye bu arada 21 yaşına gelmiş, kendi nasıl biliyorsa içindeki aşkı da öyle büyütmüştür….

Bu arada Atatürk Samsun’a çıkmıştır Erzurum Sivas kongreleri Ankara ve Kurtuluş Savaşı Ülke büyük bir değişime gidiyordur. Ama bizim Fikriye’nin duyguları hiç değişmez, 1920’nin ortasında gazetelerde Atatürk’ün idam fermani yayınlanır, Fikriye bunu okuyunca aklı başından gider büyük aşkının yanına kaçmak ister, kolay mı o zaman atlayıp oradan oraya gitmek, gizli yollardan kaçarak sevdiğinin yanına şimdi Ankara garının bulunduğu direksiyon binasına gelir, o çakır gözlerin karşısına dikilir, Atatürk çok şaşırır ama çok da mutlu olur… “nasıl geçti yolculuğunuz çok sıkıntı çektiniz ama gönül ferman dinlemiyor değil mi?” diyerek karşılar. Fikriye’nin gelmesi Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ne yerleşmesini kolaylaştırır. Çünkü Fikriye, evin sahibi gibi evi çekip çevirir, konukları misafir eder, hepsiyle tek tek ilgilenir hatta halk artık ona Çankaya’nın gelini demeye başlar, herkes onu Mustafa Kemal’in eşi olarak görür ve öyle de saygı duyar Fikriye hayatının en güzel günlerini yaşıyordur, bazı kaynaklar, Atatürk ve Fikriye hanım’ın imam nikahı le evlendiğini bile söyler, çünkü o zamanlar daha medeni kanun yoktur, ancak Salih Bozok bu iddiaları yalanlayanlardandır.

Geldik 9 Eylül 1922’ye İzmir’in dağları çiçek açar, Ata’mız İzmir’e çıkar silah arkadaşları ile kendilerine çalışmak için seçtikleri köşkte Latife Hanım’ın ailesine aittir, İşteee Fikriye’nin zorunlu ayrılığı kaderin ördüğü bu yolda başlar… Atatürk bu vesile ile Latife hanımla tanışır, Latife hanım batı kültüründe yetişmiş, İngilizce Fransızca bilen genç, yüksek tahsilli entellektüel ve zeki bir kadındır, üstelik çok güçlü bir ailenin kızıdır, Zübeyde hanım Latife’yi görür görmez onun oğlu için en uygun gelin olacağına kanaat getirir, Gazi Mustafa Kemal İzmir’de iken Çankaya’da köşkle uğraşan Fikriye’nin hastalandığını haberi gelir, doktorların fikrine göre hem Fikriye’nin hassas bünyesi, hem de Çankaya Köşkü’ne kendini adayıp öyle sabah akşam çalışması bünyesini dirençsiz bırakmıştır, teşhis artık konulmuştur ve Fikriye verem’dir, Atatürk hemen gerekli her şeyin yapılmasını emreder, hatta Fikriye’yi alır doktora götürür ancak tedavisinin Almanya’da olması gerektiğine karar verirler, ve Fikriye aşık olduğu o çakır gözlerden bir kez daha ayrılıp, kendi sonunun başlangıcı olan Almanya’ya doğru tedavi için yola çıkar, O Almanya’dayken Zübeyde hanımın vefatı duyulur, Zübeyde hanım Latife hanımların evinde kalırken son nefesini verir, Ve oğluna Latife hanımla evlenmesini vasiyet eder, Ve Atatürk annesinin Son vasiyetini yerine getirip Latife Hanım ile evlenir. Gazeteler ülkenin kahramanının evliliğini yazar, Ve bu haber Almanya’da Senotaryum’daki Fikriye okur, doktorların tüm uyarısına rağmen Almanya’dan kaçan Fikriye İstanbul’a gelir, Ama Ankara’da gelini olarak anıldığı köşke girmesine izin verilmez, düşünsenize sen o kadar uğraş didin evi kur ama yaklaşmana bile izin verilmesin.

……yıkılmıştır Fikriye, ayrıca o zamanlar Ankara’ya giden trene binmek için özel bir izin gerekir, yine de ne yapar ne eder sevdiğinin yanına kaçmayı başarır İlk işi Çankaya’ya gitmek olur. Buradan sonrası aslında karışık herkes başka bir şey söylüyor ama yine en güvenilir kaynak bence Salih Bozok….. Salih Bozok’un dediğine göre Fikriye köşke gelir ben Atatürk’ün akrabasıyım der, içeri alınır hastalığından dolayı yorgun ve bitap düşmüştür. O gece Köşk’te kalır, ancak yataktan çıkamaz bile,ertesi gün Latife hanım evin hizmetkarlarına Fikriye’ye evi terk etmesini söyletir. Ve Fikriye hastalıktan çökmüş bir halde bir otele yerleştirir. Salih Bozok’un kayıtlarında Atatürk’ün bu karara karşı çıkmadığı ama o saatten sonra Latife hanımla aralarının bozulduğunu söyler…

O akşamın sabahında güç bela uyanır Fikriye beline kadar uzanan saçlarını tarar hazırlanır, Köşk’ün yolunu tutar Köşk’ün önüne geldiğinde nizamiyedeki askerlere kendisinin Atatürk’ün akrabası olduğunu ve bunun bir veda ziyareti olduğunu söyler haber ilk önce Latife hanım’a iletilir, sonuç değişmez Latife hanım Fikriye’yi köşkten içeri almaz Fikriye hiçbir şey söylemeden arkasını döner faytonuna biner, uzaklaşırken faytondan bir silah sesi duyulur, Fikriye yaşadığı hayal kırıklığı hüzün ve belki de utançla, iki tarafında başharflerinin yazılı olduğu sevdiğinin ona hediye ettiği silahla kendini vurur hastaneye kaldırılır fakat kurtarılamaz,Fikriye…. gencecik yaşında duvaksız gelin olarak girdiği Çankaya Köşkü’nün önünde hayata gözlerini yumar… İsimsiz bir mezara defnedilir İşte o yüzden mezarının nerede olduğu halen net olarak bilinmez ama yine Salih Bozok’un notlarına göre Atatürk Salih Bozok’a cenazenin hastaneden alınmasını, Ve naaşının Cebeci istikametinde olan bir mezarlığa defnedilmesini söyler “Çocuk kimselerin haberi olmasın hatta bana bile söyleme” der, Salih Bozok emri harfiyen yerine getirir, hatta defin işlerini yapanlar bile kimin defnedildiğini bilmez, belki de Atatürk Fikriye’sini daha çabuk unutmak için bu yolu seçmiştir ama öyle olmaz, Ölümünden altı hafta sonra, Mustafa Kemal ve Salih Bozok otomobillerine biner, bugünkü kuğulu parkın olduğu yere giderler, O anı Salih Bozok notlarına şöyle geçmiştir… Paşa hazretleri durmamızı emretti, gözleriyle bir yerleri arıyor gibi bakıyordu talebini anladım, ve isterseniz ben önden gidip size yolu göstereyim paşam dedim, onu Fikriye Hanım’ın mezarının başına götürdüm, O gün takvimler 25 Temmuz 1924’ü gösteriyordu, Havanın sıcaklığından ötürü Atatürk cebinden beyaz ipek mendilini çıkarıp yüzünü ve alnını siler biraz mezarın başında oyalanır Ve tam vedalaşıp oradan ayrılacakken durur, Fikriye’nin yanına geri döner, Ve elindeki mendili beyaz bir kelebek gibi mezarın üzerine bırakır, Bu Atatürk’ün Fikriye’nin mezarına ilk ve son gidişidir.

İşte bu büyük imkansız aşktan geriye sadece Ata’mızın yazdığı dizeler kalır…

İçsem de bir kadeh hayat iksirinden
Zamansız ayrıldım bilinsin Fikriye’den
Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden
Ümidi-i aşkım saracak seni cefakar teninden….

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.