Defne Sarısoy: “Hayatta çabayı seviyorum”

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye’nin ünlü televizyon haber-program sunucusu, eğitmen ve iletişim koçu Defne Sarısoy, Sarıyer Gazetesi’ne konuştu. Mesleği yaşamıyla adeta bütünleşen ekranların sevilen yüzü Sarısoy, spikerliğin zor ve adanmış bir meslek olduğunu ifade etti.

Evinin kapılarını gazetemize açarak çok samimi ve özel değerlendirmelerde bulunan Sarısoy; “Canlı yayına bağlandığım ilk anda çok korkmuştum! Hayatımda hala o kadar korktuğum bir anı hatırlamıyorum! Hayatta çabayı seviyorum. Boş durabilen birisi değilim. İnsan kendisini öyle programlayınca yeni alanlar ve uğraşılar da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Spikerlik hem görüntü hem de yetenek işidir. Düzgün konuşmayı ve biraz da kıvrak zekayı gerektirir. Spikerlik; adanmanız gereken bir meslektir” diye konuştu.

Defne Sarısoy kendisini nasıl anlatır?

Aslında bu zor bir soru… Defne Sarısoy’u dışarıdan bakanlar daha iyi anlatır. Öğrencilik yıllarım Ankara’da geçti. Medya sektörüne üniversite yıllarımda yazılı basında çalışmaya başlayarak giriş yaptım. Özel televizyonların kurulma aşamasıydı ve birdenbire hiç beklemediğim bir şekilde Ankara’da kurulmakta olan Flash TV’de ilk televizyon deneyimimi edinmiş ve kısa süre sonra da “iyi bir deneyim oldu ama bu kadarmış” diye düşünerek bırakmıştım. Ama bir gün, Star TV’den gelen bir telefonla Ankara büroda bir görüşmeye gittim. Çok hızlı bir şekilde orada muhabir olarak çalışmaya başladım. İlk canlı yayın deneyimlerimi orada yaşadım. Canlı yayına bağlandığım ilk anda çok korkmuştum! Hala o kadar korktuğum bir anıhatırlamıyorum! “Şimdi Defne Sarısoy’a bağlanıyoruz” dediklerinde ölüyorum zannetmiştim… O an sadece şunu düşünüyordum, ‘Bu yayın bitecek ve ben bir daha hayatımda böyle bir şey yapmayacağım.’Ama bende ışık görmüşler ve yayına yine çıktım… İki hafta sonrasında ise kendimi İstanbul’da buldum. Bambaşka bir hayat ve kariyer başladı.

Sonra neler yaptınız?

TRT’den sonra ilk açılan özel televizyon kanalı Star TV’nin en güzel yıllarıydı. Çok iddialı bir çıkış yapmıştı ve herkes seyrediyordu. Ardından Uğur Dündar ve ekibinden gelen teklifle Kanal D’ye geçtim. Sonra bir kısa ara verdim ve oğlum Tibet dünyaya geldi. Yurt dışına giderek bir yaz okulunda eksiklerimi tamamladım. 1999 yılında NTV’den gelen teklifle sunucu olarak başladım. Aslında en çok deneyim kazandığım yer sanırım NTV oldu. Hatta kanalla kadar özdeşleşmiştim ki; sokakta beni görenler “Aaa, NTV!” diyorlardı. Dolu dolu 10 yıl orada çalıştım. Çok üretken bir kanaldı ve yaratıcı programlar yapılırdı. Yılbaşı, bayram, hafta sonu programları ve dış haber programları yaptım. Habercilik alanında tarihsel olaylara da haber masasında tanıklık ettiğim zamanlar oldu. 11 Eylül olayı, Davos çıkışı gibi tarihi olaylar hep benim yayın saatlerimde gerçekleşmişti. 10 yıllık NTV birlikteliğinin ardından biraz ara verdim. TRT Haber yeni kuruluyordu. Kültür-sanat alanında bir program önerdikleri için kabul etmiştim. Artık haber sunmak istemiyordum. Orada daha sonra farklı haber programları yaptık. Yayıncılık hayatım sürerken, kendime açtığım farklı alanlar da olmuştu. Kongre, konferans ve lansmanlarda etkinlik sunuculuğu yapmaya başlamıştım. Ardından eğitimci yönümü geliştirdim. Bir takım diksiyon kursları, bazen sunuculuk dersleri derken özel akademilerde dersler vermeye başladım. Kurumsal eğitimler veren birisine dönüştüm. Bir eğitimci olarak eğitim almam gerektiğini fark ettim. Profesyonel koçluk ve bilişsel davranış koçluğu aldım. İletişim ve kişisel gelişimi birleştirdiğim “Hayatla İletişim” adlı eğitimle çalışmalarımı sürdürüyorum.

Keyifli yayın akışlarının yanı sıra stresli anların da yaşandığı spikerlikte denge sizce nasıl olmalıdır?

Spikerlik sizi şekillendiren bir meslektir. Öncelikle gündemi takip etmek zorundasınız.  Mesela çok yoğun habercilik dönemlerimde evime misafir bile davet edemezdim. Çünkü davet ettiğiniz gün çok önemli bir olay patlayabilir ve siz o yayından uzun saatler çıkamayabilirsiniz! Özellikle bir ana haber spikeri olarak çalışıyorsanız hayatınızı şekillendiriyor. Gündeme göre yoğrulur ve hayatınızın koşturmacasını da ona göre ayarlarsınız. Spikerlik adanmış bir meslektir. Haber okumanız ve gündemi takip etmeniz gerekir. Daima içinde kalmanız gereken bir süreçtir. Sorularınızı hazırlamanız ve ön çalışmanızı yapmanız gerekir. Emek isteyen bir iştir. Dışarıdan görüldüğü gibi kolay değildir. Spikerlik-diksiyon kurslarında bazen bakarım arkadaşlar hafife alırlar. Ekranda bakımlı, makyajlı şık giyinmiş birisini görünce spiker olmak isterler! Ama iş o kadar kolay değildir! Ekrana yansıyan o görüntü son bir saatte makyajınızı yapıp sizi hazırladıkları andır. Ama hayatınız yayına göre şekillenir. Gece de uyandırabilirler, sabaha karşı da bir olay olabilir. Dolayısıyla çok yorucudur. Tarafsız ve objektif olmak gerekir. Sadece bir tarafı takip ediyorum, o tarafın söylemlerini dillendirmeliyim değildir habercilik. Habercilik çok yönlü bakabilmektir. Her şeyi öğrenebilmek ve değişik yazarları okuyabilmektir. Farklı karşıt görüşleri anlayabilmek ve onları gerektiği zaman da soruya çevirebilmektir. Çok kolay bir şey değildir aslında. Devamlı hazırlıklı olmayı gerektiren bir meslektir.

Ekranda milyonların karşısında olmak sizin için nasıl bir duyguydu? Spiker olmasaydınız kendinizi başka hangi meslekte görürdünüz?

Ekranda olmak ilk başlarda beni çok geriyordu. Çünkü ben bunu bir kariyer olarak düşünmemiş ve İletişim Fakültesi’nden de çıkmamıştım. Üniversitede İtalyan Dili ve Edebiyatı okurken sadece bir işin içinde olmak ve çalışmak istemiştim. Alaylı olarak yetiştim ve kendimi ekranda buldum. İstanbul’a geleceğimi ve kendimi en çok izlenen kanalda ana haber spikeri olarak bulacağımı hiç düşünemezdim. Aslında hayatta düşünmediğim şeyler oldu diyebilirim. Ekranda herkesin önünde olmak ilk başlarda deneyimsizken çok zor bir şeydi. Herkes sizi izliyor ve tüm hatalarınız birçok insan tarafından görülüyor. Bu insana büyük bir yük. Ama ‘eksiklerimi görmeli ve bir an evvel daha iyi olabilmeliyim’ diye çabalamak insanın kendisini geliştirmesi için çok büyük motivasyon sağlıyor. Yayından çıkar, hemen yayın bantlarımı alır ve seyrederdim. Yayında ne yapmışım izler, eksiklerimi görür ve sonraki yayınlarımda hoşuma gitmeyen şeyleri düzeltmeye çalışırdım. TRT spikerlerinin eğitim dokümanları vardı, onları rica eder ve onlarla çalışırdım. Kendimi eğitmek için çabaladım. Kanaldaki büyüklerim beni takdir eder, “Biz senin gibi yayından çıkıp eksiklerini görmek için kendi bantlarını izleyen hiç görmedik, aferin sana” derlerdi. Bazen ekrandaki bir spikeri ‘böyle de okunur mu’ diye eleştirenleri görünce “acımasız olmayın” diyorum. Hiç kimse bir günde iyi bir yere gelemez. Ekranda konuşuyor olmak antrenman işidir. Yaptıkça heyecanınızı atarsınız ve özgüveniniz artar. Ondan sonra doğallaşırsınız ve ortaya siz çıkmaya başlarsınız. İlk başlarda ekrana çıkan acemi birisidir. Şaşkınca bir şeyler yapmaya çalışıyordur. Kendini bulması zaman alır. En azından benim böyle oldu. Kendimi bulmaya başladıktan sonra da daha keyifli ve lezzetli oldu.

Ekranlarda şu sıralar en çok neyi izliyorsunuz?

Güldür Güldür Show gibi eğlendirecek programlara bakıyordum. Onun dışında pek haber ve televizyon izlemiyordum. “Ekonomik Tarifler” programında mutfakta jübilemi yaptım ve çok güzel lezzetli bir kapanış oldu diyordum. Ama geçtiğimiz Ekim ayında yeni kurulan BBNTürk kanalıyla bir anlaşma yaptık. Perşembe günleri 20:30’da yayınlanan “Siyaset Üstü” programında moderatörlük yapıyorum. 3 saatlik canlı yayınlanan bir program ve tüm haftayı değerlendiriyoruz. Dolayısıyla artık dış politika programlarını ve haber programlarını da izliyorum.

Bir spikerin haber sunarken en zorlandığı anlar sizce nelerdir?

Haber programları çoğunlukla rutin gider. Ama çok ani olayların patladığı günler de olur. 11 Eylül olayları olduğunda ben haber masasındaydım. Bir anda bambaşka ve beklenmedik bir yayın akışına geçiliyor. Hiç kimsenin ne olduğunu henüz anlayamadığı ve elinizde çok veri akışı olmayan bu anlar bence bir spiker için en zor anlardır. Herkesin haber alma ihtiyacıyla ekrana kilitlendiği böyle zamanlarda yayın masasında sürekli aynı şeyi çevirmek zorunda kalıyorsunuz. Bu çok zorlayıcı bir şeydir! Bu tür olağanüstü durumlar, spikerlik denilen mesleğin çok zor kısmını yaşadığımız zamanlardır.

Haber sunan spikerleri eleştirel bir bakış açısıyla izler misiniz?

Ben Türkçe konusuna hassasiyetle yaklaşıyorum. Türkçe’nin televizyonda düzgün konuşulması gerektiğine inanıyorum. Televizyonun halkı eğitme yönü de vardır ve programlarda biz bir sorumluluk taşırız. Türkçe’nin programcılar tarafından doğru kullanılması, doğru telaffuz edilmesi ve belli bir üslup arıyorum. Türkçe düzgün konuşulmuyorsa içerliyorum tabii ki! İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde üç yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım. Çok yetenekli öğrencilerim oldu. Kamera karşısında konuşmak için doğmuş gibilerdi diyebilirim. Dolayısıyla daha iyi birisi seçilebilirdi diye düşünüyorum. Spikerlik hem görüntü hem de yetenek işidir. Düzgün konuşmayı ve biraz da kıvrak zekayıgerektirir. Çünkü spiker durum kurtarmak zorundadır. Teknik anlamda birçok aksilik olabilir. Bunların hiçbirini yansıtmadan durumu toparlayıp, bilgi akışını izleyiciye en iyi şekilde aktarması gerekir.

Eğitimden iş hayatına geçişte başarılı öğrencilerin erozyona uğramadan hedeflerine ulaşabilmeleri için neler yapılmalıdır? İşin hem mutfağında olup hem de eğitimci yönü olan bir kişi olarak tavsiyeniz ne olur?

Medya kanallarının iletişim fakülteleriyle iş birliği içerisinde olmaları gerekiyor. Ben olsam iletişim fakültesinden stajyerler alır ve çalıştırıp hangileri yetiştirilebilir bakarım. İletişim fakültelerindeki akademisyenlerden danışmanlık alıp, kimleri değerlendirebileceklerine dair bilgi almaları gerekir. Ben NTV’de çalışıp İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak yer alırken, izin alıp öğrencilerime kanalı ziyaret ettirdim. Kanal ortamını görmeleri bile önemliydi. İletişim fakültesinden çıkan mezun ne yapacak? Mutlaka medyada bir işte değerlendirilmek üzere hayata atılacak.

Pandemi döneminde sizi olumlu ve olumsuz etkileyen neler oldu?

Yeni bir “normal” geldi hayatımıza. Eski yaşadığımız hayata artık geri dönmeyeceğiz bu belli! Çünkü her şey değişti ve çok hızlı adapte olmak zorunda kaldık. İletişim adı altında işler yapan birisiyim. Etkinlik sunucusuydum ve kongreler iptal oldu.  Ama çok uzun süre baktılar ki böyle olmayacak, bu kezkongreleri de eğitimleri de dijital ortamlara taşımaya başladık. Dijitalleşme gelecek deniliyordu ama bu kadar hızlı geleceğini kimse tahmin etmiyordu. Benden dijital bir eğitim planlamamı istediler. Ben de oturup dijital eğitim planladım. Kötü olmadı bence. Bunu öğrenmek de bir yenileşme aslında insanın hayatında. Hiçbir şey yapmamaktansa işimi bir yere evirebilmekten memnuniyet duydum açıkçası. Büyük kongreleri dijital platformda planladılar ve oradan yönetebiliyoruz. Ben yine orada sunuculuk yapabiliyorum veya üç saatlik eğitimlerimi verebiliyorum. Yeni normalle yaptığım işlerde bir yenileşme yaşadım. İlk yaptığım webinarlarda tabii çok büyük zorluklar yaşadım! İnternet ya giderse, ya ben kullanamazsam diye endişe duyuyordum. Bunun dışında zaten duygusal anlamda kendi içsel hayatını da yönetmeyi seven birisiydim. Dışarıda çok aktif bir hayatım olmakla birlikte manevi hayat ve insanın spiritüel gelişimi çok ilgilendiğim bir konuydu. Çok çalıştığım dönemlerde bile, zaman zaman eve çekilip kendi içsel dünyama dönüp kendi muhasebemi yapmayı seven, bu alanda çok okuyan birisiydim. Dolayısıyla kendi kendine kalmak meselesini seven birisiyim. Evde kalmak bana büyük bir üzüntü vermedi! Bilakis okumam gereken kitapları okumak, izlemem gereken online dersleri izlemek için boş zamanım oldu. Koşturmak zorunda kalmamak ve trafikte çok kalan birisi olarak evde iş yapabiliyor olmak bana daha kolay geldi. Ben hayatta başıma gelen olaylara ‘niye oldu’ demiyor, ‘olması için sebepler vardı’diye düşünüyorum. Olaylara adapte olabilmek için birşeyler değişmesi gerekiyorsa değiştiririm.

Yaşamla ve insanlarla iletişim kurarken altın kuralınız nedir?

Karşımdakini olduğu gibi kabul etmeye ve empati yapmaya çalışıyorum. Empatinin insan ilişkilerinde önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkesin kendi yaşadığı koşulları içerisinde birtakım şartlar var. Gelişen olaylar onlar üzerinde davranış biçimleri geliştiriyor. Herkes farklı ailede ve karakterlerde doğuyor. Değişik eğitim sistemlerinden geçiyor. Dolayısıyla herkes aslında elinden gelenin en iyisini yapıyor. Çok kızdığım birisine bile bir yerden sonra hak vermek durumunda kalıyorum. Hoşgörülü olmak iyi bir şey. Empati yapabilmek çok önemli. İnsanlar arasındaki çatışmaları çözebilmek için buna ihtiyacımız var.

Gelecek projeleriniz arasında neler var?

Yıllardır yazı yazan birisiyim. İçsel süreçlerimi yazıyorum. Kendime özel yazılardı ve onları pek dışarıya çıkarmak niyetinde değildim. Ama kitap yazan arkadaşlarımdan yazılarımla ilgili “bunları kendine saklama, artık yayınlamalısın”gibi güzel geri dönüşler olunca pandemi döneminde “www.defnesesi.blog” adlı bir blog oluşturdum. Hiç tanımadığım insanlardan da güzel geri dönüşler oldu. Yazılarımdan ileride bir kitap çıkarmak istiyorum. 10 yıldır da Gayrettepe Çevre ve Kültür korosuyla çalışıyorum. Daha çok onların konserlerinde program sunucusuyum ve her yıl bir şarkılık da solistliğim var. Her sene bir- iki programımız oluyor. Bunu biraz geliştirmeye karar verdim. Sizin de yakından tanıdığınız Mehmet Özkaya’dan şan dersleri alıyorum. Eğitimimin ardından, belki bir iki şarkıyı dijital ortamda yayınlamak istiyorum. Müziğin beni hem heyecanlandıran, hem mutlu eden, hem de motive eden bir tarafı var. Öte yandan Mehmet Özkaya Akademi Stüdyo’da yeni bir eğitim platformu için eğitim videoları çekiyoruz. Onlar da yakın zamanda ortaya çıkacak.

Peki, başarınızı sizce neye borçlusunuz?

Estağfurullah! Çok teşekkür ederim. Başarı belki de doğru zamanda doğru yerde olmakla ilgiliydi. Ben kendimi çok başarılı bulmuyorum. Hayatta çabayı seviyorum. Boş durabilen birisi değilim. Bir de yeniliği seven birisiyim. İnsan kendisini öyle programlayınca yeni kanallar ve uğraşılar da kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Çaba biraz umutla da bağlantılı sanırım. Umutsuzluk artınca çaba azalıyor ve yaşam kaçıyor. Bu açıdan gençlere tavsiyeleriniz neler olur?

Çok doğru… İnsanlar şu anda geleceği göremedikleri için çok çaresiz hissediyor olabilirler. Ama ben hareket halinde olan insana hayatın yardım ettiğine inanıyorum. Bir yerden bir çaba göstermek gerekiyor. İlk başta para veya kazanç amaçlı olmamalıyız. Önce bir gayret sarf edip, bir şey ortaya çıkartmaya çalışmalıyız. Hareket odaklı olmak size hayatta çok şey getiriyor. Mesela ben spiker olmayı hiç düşünmedim. Medyada çalışmak da benim idealim değildi. Ne olmak istediğimi de bilmiyordum açıkçası. Fikirlerim her gün uçuyordu! Bir gün hostes olmak istiyordum, bir gün mimar olmak… İtalyanca’yı da romantik bir dil diye okumaya karar vermiştim! O kadar amaçsız birisiydim! Ama benim hayattaki ilk kararlığım üniversitedeyken çalışmaya başlamak oldu. Burada sadece hareketle başlayan bir hayat serüveni var. Ben gençlere bunu söylemek istiyorum. Hareket ettiğiniz zaman hayatın sizinle ilgili planları da harekete geçiyor. Ama evinde oturan birisini fırsatlar gelip bulmaz. Anlıyorum çaresizlik çok zor, kapıları çalmak da çok zor… Ama bir tanıdığınıza ‘gelsem sana yardımcı olsam’ sorusu bile insanın hayatta bir yerde bulunmak istemesidir. Gün gelir o yer size kapılarını sonuna kadar açabilir. Denemekten ve yaşamaktan korkmamak lazım. Hareket halinde olduğunuz zaman kapı kapıyı ve fırsat fırsatı açıyor. Bir yerde iş yapmaya başladıktan sonra gayretliyseniz veya en azından “iyi niyetliyseniz” oralardan mutlaka iyi sonuçlar elde edebiliyorsunuz.

Sarıyer deyince aklınıza neler gelir?

Sarıyer güzel bir yer. Uzun yıllar Ulus, Ortaköy civarında yaşadıktan sonra Sarıyer’e geldim. Burası bana hem şehrin içinde hem şehrin dışında olma imkanı tanıyor. Sahilde olmak, çok uzun yürüyüşler yapabiliyor olmak, Sarıyer’e gidip o sessizliğe kendini bırakabilmek çok güzel… Mesela İstinye’nin bir çarşısı var bütün yöresel ürünleri bulabilirsiniz. Ferahevler, Tarabya da öyledir. Değişik bir dokusu vardır buranın. Sarıyer’e geldikten sonra başka bir yere gitmeyi hiç düşünmedim. Sarıyerli olmayı seviyorum. Burayıdoğa ve denizin yanı sıra mahalle kültürünün de hala yaşadığı yerler olduğu için seviyorum.

Tek kelimelik yanıtlarla:

En sevdiğiniz renk: Mor

Yemek: Yaprak sarması

Şarkı: U-Turn (Lili)

Semt: İstinye

Şair: Orhan Veli

Kitap: Kitap çok, hangi birini söyleyelim?

Çiçek: Lilyum

Mevsim: İlkbahar

Hayvan: Köpek

Hobi: Müzik dinlemek

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.