Mazlum Çimen: “Keşkesi olmayan hüzünlü bir adamım”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yazdığı ve seslendirdiği eşsiz eserleriyle yaşamlarımızın hüzünlü yanlarına dokunan sanatçı Mazlum Çimen ile Kuruçeşme’de bir araya gelerek dolu dolu bir sohbet gerçekleştirdik. Balet, müzisyen ve oyuncu kimliğiyle çok yönlü sanat yaşamında 36 yılı dolduran ve hayat verdiği eserleriyle ilgili konuşan başarılı sanatçı çok özel değerlendirmelerde bulundu.

Son zamanlarda Çukur dizi müziği “Soran Yok Bilen Yok” eseriyle gönüllerimize konuk olan Çimen; “Keşkesi olmayan, sevinçleri ve mutlulukları olan ama hüznü çok bir adamım. Karamsar olmayalım derken karamsarlığı da görmemeye başlıyoruz! Bu ülkede arkamıza dönüp baktığımızda o kadar hüzün tarlası var ki… Yani bu hüzün tarlasından bir demet yolup alsanız size 5 sene yetebilecek kadar hüzün çıkar o tarladan!” diye konuştu.

Mazlum Çimen bir sanatçı olarak kendisini nasıl anlatır?

Kendimi anlatmak gibi bir derdim hiç olmadı. Ben sadece yaptıklarımla yani ürettiklerimle kendimi anlatmaya çalışıyorum. İyi bir insan olduğumu düşünüyorum. Eksiklerim olduğunu ve üst üste hatalar yaptığımı da biliyorum. Ama ben ‘keşke’si olmayan bir adamım. Hiç keşke demem!… Çünkü keşke demeyi anlamsız bulurum. Keşke yerine “olmasa daha iyiydi, yapmasaydım daha iyi olurdu ama öyle olması gerekiyordu” diyorum. Keşkesi olmayan, sevinçleri ve mutlulukları olan ama hüznü çok bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar yaşadığım, tanıdığım ve içinde bulunduğum ortama baktığımda ise onurlu bir hayat yaşadığımı düşünüyorum. Kendisini seven bir adamım. “Bir insanı sevmekle başlar her şey” der ya Sait Faik Abasıyanık, ben de her şeyin insanın önce kendisini sevmekle başladığını düşünüyorum. Kendimi sevmeden karşımdakini de sevmeyeceğimi biliyorum. İyisiyle kötüsüyle kendinizi sevin. Ama bu sevgiyi dengelemek gerekiyor. Yani aslında “bence” demeye düştüğünüz zaman “ben” çok tehlikelidir. “Bizi” yaratmak gerekiyor. Çünkü benden bize düşmek müthiş bir zenginliktir. Ama bence demeye düştüğünüz zaman orada hayatı başka bir şekilde harcıyorsunuz…

“Hüznü çok bir adamım” dediniz… Peki, bu sizi nasıl etkiliyor?

Aslında hüzünlü olmayı sevmiyorum. Hüzün olmalı ama bunu savunan bir adam değilim. İnsanın yalnızlıkları olmalıdır ama yalnızlığı da sevmem… Kendinizi sevmelisiniz ama bunu bir çember haline getirmeye başlarsanız hayatla olan ilişkinizde de bir sakatlık başlıyor. Yani bunun bir ölçüsü olmalıdır.

Eserleriniz sizi ne kadar anlatıyor?

Benim müziklerimi tarif ettiklerinde şöyle derler; “Ne kadar neşeli bir şey yapsa da içinde hüzün kokutan müzisyen.” Evet, benim melodilerimde bir hüzün oluşuyor ama o da yaşadıklarımın öğrettiklerinden. Şimdi ülke geneline ve yaşadığınız coğrafyaya bakınca iki elimizi yan yan getirdiğimizde parmak sayısı kadar mutlu gün sayısı yok! Bu ülkede arkamıza dönüp baktığımızda o kadar hüzün tarlası var ki… Yani bu hüzün tarlasından bir demet yolup alsanız size 5 sene yetebilecek kadar hüzün çıkar o tarladan! Bu kadar hüzün ve çelişkili sorunların yaşandığı ortamda bir sanatçı olarak kafamızda ve ürettiklerimizde çok fazla neşeli bir ortam oluşturamıyoruz. Tabi bu durum biraz da ne kadar duyarlı olduğunuza bağlıdır. Ama neşeli müzik yapan bir insanda da hüzün yok anlamına gelmez… Hüznün bizi beslemesine gerek yok ki, zaten hüzün içindeyiz! Hüzünden ne kadar kaçabiliriz ya da ne kadar huzur bulabiliriz ki! Ne kadar uzak durabiliriz ya da hüzün bize ne kadar bulaşmayabilir… Bence öyle bir lüksümüz yok. Müthiş mutlu bir çocukluğum oldu ama anlattığım gibi hep hüzün içinde…

Yaşadıklarınıza rağmen bu durumu çok iyi dengeleyebilmişsiniz sanırım. Hüzün içinde olsanız da karamsarlığa düşmeden…

Evet, ben karamsar biri değilim olmayı da istemem. Ama bu şunu da getiriyor. O kadar karamsar koşullar oluşuyor ki önümüzde yani geleceğe dahil aydınlık bir şey görmediğiniz için değişmeye başlıyorsunuz. İşte orada karamsarlığın dengesini kurabilmek gerekiyor. Karamsar olmamak karamsarlığı da ertelemek anlamına gelmez. İşte bizim asıl vurdumduymaz yanımız o zaman oluşuyor. Karamsar olmayalım derken karamsarlığı da görmemeye başlıyoruz! Olmayalım ama ortada bir gerçek var. Ortada mutlu bir tablo yokken “aman neyse boş ver” diyerek Polyannacılık yapmanın anlamı da yok! Karamsar hiçbir zaman olmadım ama gerçeği de görüyorum.

“Benim İçin Söylenenler” albümünüzde sanatçılar sevilen şarkılarınızı yorumladı. Bu size sanat yaşamınızda neler hissettirdi?

18 sanatçı arkadaşımız benim şarkılarımı alıp benim için söylediler. En güzel olan şey şuydu, albümde biz hiçbir şeye karışmadık ve değerlendirmedik. Herkes kendi duygusuyla düzenleyip aranje yaptı, çaldı ve söyledi. Dolayısıyla benim eserlerim onlarda nasıl bir şey ifade ediyor onu gördüm. Onur verici bir albüm oldu. Onur duydum.

Gayet güzel bir albüm olmuş. Şimdilerde başka bir albüm çalışmanız var mı?

O albümden sonra birkaç tane eser yaptım. Söz ve müziği bana ait olan “Soran Yok Bilen Yok” eserim “Çukur” dizisine denk düştü ve dizi müziği olarak kullanıldı. Git gide duyuluyor. Yeni eserler için çalışmalarım sürüyor. Zaten artık albüm yapmak diye bir şey yok.

Evet, bu açıdan teknoloji sizce avantaj mı dezavantaj mı?

Teknolojiyi nasıl kullandığınıza bağlıdır ama süreci konjonktür de belirliyor. Müziğin hala bu ülkede tam anlamıyla sektör olduğuna inanmıyorum. Yani müzik dünyası var ama sektör haline gelmiş değil. Kendi kendini hançerleyen bir piyasa olduğunu düşünüyorum. Yani düşünün ki dijital ortamdayız şu an ve “dijitalin” ne olduğunu hala çözmüş değiliz. Zaten telif sorunu var. Gayya kuyusu içinde kürek çekiyoruz. Dijital platformlardaki eserlerin tıklamalarını hesaplıyoruz. Ama o eser ve görüntüsü maddi olarak ne kadara tekabül ediyor bilinmiyor. Dijitalleşme sayesinde uzak diye bir şey yok. Buradan yüklediğin bir eseri yaptığın Avusturalya’ya kadar herkes aynı anda görebiliyor ve duyabiliyor.

Peki, dijitalleşme müziğin evrenselliğini arttırdı diyebilir miyiz?

Hayır, işte bu durumda müziğin evrenselliğinin artması dijitale bağlandı. Dijital platformlarda müziğin evrensel oluyor evet ama müzik zaten evrenseldi! Müziğin sanatsal anlamda evrensel olduğunun peşinden dijitalleşme ticari anlamda da evrensel olduğunu ortaya çıkardı. Baskı, kaset, CD filan onlar zaten yok olmak zorundaydı. Çünkü devinim içindeki dünyada teknoloji ve her şeyi azaltarak çok kazanmaya başlayan bir sisteme doğru gidiyoruz. Burada kaçınılmaz olarak müzik de paydasına düşeni aldı ve dijitale dönüştük. Dijitalleşmeyle direk her şeye ulaşabiliyoruz ama bu kez de berbat bir tabaka ve bataklık oluşmaya başlıyor. Evde telefonla çekti ve bir şarkı kaydı yaptı o da yükleyebiliyor. Ekonomik bir yatırım yapıp diyelim ki 20 bin lira bütçe ayırdınız ve klip çekip koydunuz. Yani maalesef hiçbir kıstası yok! Ne kadar tıklanıyorsa her ikisi de aynı değeri görüyor ve aynı kazanıyor. Öyle bir bataklık oluştu ki nereye doğru gidiyoruz belli değil! Kolay ulaşım, kolay kazanım ve kolay tüketim bir değeri değersizleştiriyor. Mesela dijital öncesinde şarkının sezonu vardı. Şimdi böyle bir mevsimsel yapı da ortadan kalktı. Şimdilerde “ne yapsam dinlenir” sorusu başladı! Kendinize bunu demeye başladığınız zaman da asıl yapmamanız gereken ve asıl sizden çıkacak olan eserlerinizden uzaklaşıyorsunuz. Çünkü nasıl bir şey yapsam da daha çok dinlense düşüncesi sizi siparişe yönlendiriyor. Bu sefer siz kendi içinizde ticari duruma düşüyorsunuz. O duyguya düştüğünüz zaman da gerçekten sanatsal anlamda üretimden uzaklaşıyorsunuz.

Peki, müzik alanında başarının sırrı sizce yetenek mi yoksa çok çalışmak mı desek?

Geçmişten bu yana kargayla bülbül hep yana yana vardı! Geriye kalanlar bülbüller oldu ama kazananlar da hep kargalardı. Günümüzde de yine bülbüller var ama kargalar kazanıyor. Burada da objektif olmak gerekiyor ama olamıyorsunuz…Yeteneğe mi inanırım ya da başarı nedir yanıtlayacak olursam kısaca; başarı bir yere gelebilmek değil orada kalabilmektir. Yani geldiğiniz yerde kalabilmeyi başarı olarak algılarsanız bence doğru yerden bakarsınız. Yetenek olmadan da elbette hiçbir şey olmuyor. Yetenek duyguyla ilgilidir.

Şarkı sözleri de yazan bir sanatçı olarak ilhamınızı genellikle nasıl ve ne zaman bulursunuz?

Onun hiç belli bir zaman dilimi yok. Yani ben bazı eserleri çok kısa zamanda yaptığımı da bilirim. Bir esere 3 yıl uğraştığım da olur. Beste yaparken huzurlu bir dağın başını aramam. Motorda da şarkı yaparım yürürken de… Hatta bazen uyurken de yaptığım olur! İlham zaten geliyor, konuyor ve kalkıyor. Bazen uzun git gel yaşatıyor. Bazen iki mısralık melodileri 4-5 ayda yazdığımı hatırlıyorum.

Pandemi süreci yaşamınızı olumlu ya da olumsuz yönlerden bakacak olursanız nasıl etkiledi?

Öncelikle bu süreçte ülke olarak çok kötüyüz! Kişisel açıdan baktığımda ise kapanma süreci yaşadım ve o süreçte baktım ki asıl evde yapmam gereken şeyleri yapamamışım! Mesela okumayı çok ihmal etmişim… Okumadığım kitapları okuyorum, başlayıp bitiremediğim bestelerin melodilerine çalışıyorum. Psikolojik olarak hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Şimdilerde daha çok kendimle savaşıyorum…

Yeni projeleriniz arasında neler var?

Yeni içerikler oluşturuyoruz ve bu anlamda bayağı yoğunuz. Kendimle ilgili iki projem var ve onları yıl sonuna kadar tamamlayacağım. Çünkü ikisi de kısa vadede olacak şeyler değil. Çimen’s Yapım’da yaklaşık dokuz yeni albüm çalışması var. Onları çıkarmaya başlayacağız. 2 Nisan’dan bu yana da Mazlum Çimen Official YouTube sayfamda Ceyhanlı Namık ile “Ondan Sonra” programını yapmaya başladık. Konuklar alıyor ve muhabbet ediyoruz. Karamsarlığın olmadığı hoş sohbet bir program oldu.

Sarıyer deyince aklınıza ne geliyor?

Çocukken Sarıyer’de ilk oturduğumuz evde annem, babam ve ben ressam İbrahim Balaban’ın evine misafirliğe gitmiştik. O nedenle Sarıyer deyince aklıma ilk olarak İbrahim Balaban gelir. Rumeli Feneri’nde de güzel günlerim oldu. Ve tabi ki martılar gelir aklıma…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.