Özlem Büyükburç: “Piyano başlı başına bir orkestradır”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Piyanist, ses sanatçısı ve piyano eğitmeni Özlem Büyükburç’un, Çengelköy’deki Özlem Büyükburç Piyano Akademisi’ne konuk oldum.

Müzik ve sanat üzerine gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajda yeteneklere yol gösterici olabilmekten büyük mutluluk duyduğunu belirten Büyükburç, “Müziğin insan psikolojisi üzerinde iyileştirici bir gücü var. Pandemi süreci yaş fark etmeksizin faydalı vakit geçirme, moral ve motivasyon sağlamanın yanı sıra kabiliyetle ilginin keşfi için oldukça belirleyici olabilir. Enstrüman eğitimleri en az 10 yıl süren ve çocuk yaştan başlayarak ilerleyen eğitimlerdir. Yeteneğiniz de olsa treni kaçırmamak ve yeteneği önceden keşfederek çalışmak gerekiyor” diye konuştu.

Özlem Büyükburç bize kendisini nasıl anlatır?

İstanbul’da doğdum. 5 yaşında konservatuarda piyano bölümünü kazanarak müzik hayatıma çok erken başladım. Çocuk yaşlarda birçok filmde rol aldım. Müzisyen bir ailede, hem müziğiyle çok tanınmış ve star olmuş babam Erol Büyükburç‘un, hem de söz ve beste yapan annem Gönül Taşkın’ın kızı olarak sanat açısından hayata bir sıfır önde başlamış oldum. Müziği hissederek büyümek sizin ve kendi yetenekleriniz doğal olarak keşfetmenizi sağlıyor. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Piyano Bölümü’nden mezun oldum. Orkestra Şefliği Bölümü’nde de Yüksek Lisans yaptım. Türkiye’de birçok tanınmış üniversitede piyano eğitmenliği ve korrepetitör görevlerinde yer aldım. Hayatımda müzik ve piyano aşkı ağır bastığı için oyunculuk kariyerimi yaklaşık 9 yıl sürdürdükten sonra devam etmedim. Müzik alanında akademik olarak ilerledim ve ses sanatçısıyım. Özlem Büyükburç Müzik ve Bale Okulu’nu kurdum. Uzun yıllar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak burada eğitimlerime devam ettim. Pandemi sürecine girdiğimiz günlere kadar da Ulusal Kanal’da müzisyenleri ağırladığım bir program yapıyordum. Bu süreçte ara verdik. Bundan sonraki süreçte de müzik programı projelerine devam etmek istiyorum.

Özlem Büyükburç Piyano Akademi’de neler yapıyorsunuz?

Burada öğrenci yetiştirmeye devam ediyorum. Piyano, keman, gitar ve ses eğitimleri veriyoruz. Piyano ve ses eğitimini ben veriyorum, diğer enstrümanları ise konservatuar çevremden eğitmen arkadaşlarım veriyor. Konservatuara hazırlık derslerinin yanı sıra özel eğitimler de veriyoruz. Müzik motivasyon isteyen bir iş ve sanat da paylaşılan bir şeydir. Dolayısıyla öğrencilerimizin motivasyonlarını arttırabilmek için sene sonunda konserlerimiz oluyordu. Pandemi nedeniyle geçen sene yapamadığımızdan sosyal medya üzerinden online bir konser tertipledik.

Peki, enstrümanlar içerisinde piyano sizde nasıl bir yere sahip?

Piyanonun romantik bir yanı var. Bir de piyano zaten başlı başına bir orkestradır… Yani 88 tuşlu ve çok sesli bir enstrüman, dolayısıyla piyanonun çalamayacağı hiçbir eser olamaz. Çok sesliliği en çok elde ettiğimiz enstrümandır. Tek bir kişiyle müzikteki o çok sesliliği ancak piyano gibi bir enstrümanla elde edebiliyoruz.

Bir enstrüman çalabilmek için yetenek mi gerekiyor yoksa çok çalışmakla da başarılı olunabiliyor mu?

Mustafa Kemal Atatürk; “Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz. Bakan olabilirsiniz, hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız” demiştir. Bu sözden de anlaşıldığı gibi sanatçı olabilmek için kişinin tabi ki ilk önce yetenekli olması gerekiyor. Çünkü Allah vergisi bir takım ruhsal hassasiyetlerin olması lazım ki sanat yapabilesin ve üretebilesin. Bir kişide sanatçı ruhu olmazsa üreticilik de olmaz. Elbette bir enstrüman çalabilmek çok çalışılarak da bir noktaya getirebilir. Yani hiç yeteneğin olmaz da müzik alanında ders almak ister. Çok çalışarak kendilerini belli bir noktaya getirebilirler ama bir sanatçı adayı belki değiller… Yani sanat alanında bir şeyler üretebilmek için çalışmaları yetenekle desteklemek gerekiyor. Enstrüman eğitimleri en az 10 yıl süren ve çocuk yaştan başlayarak ilerleyen eğitimlerdir. Yeteneğiniz de olsa treni kaçırmamak ve yeteneği önceden keşfederek çalışmak gerekiyor. Enstrüman eğitimleri günde 7-8 saat kadar süren ciddi çalışmalarla oluyor. Bir piyanist bir saat süren konseri için dahi saatlerce, haftalarca ve aylarca çalışıyor. O alkışı fazlasıyla hak ediyor!

Sanatın gelişen teknolojiyle bir araya gelmesi neleri değiştirdi?

Ulaşılabilirlik anlamında artıları tabii ki var. Çünkü bizim zamanımızda ancak kasetler alarak, onları dinleyerek bir şeyleri başarmaya çalışıyorduk. Şimdi ise biliyoruz ki dünyanın en ünlü piyanistlerinin en ünlü performansları bir tıkla önünüze geliyor. Yani konser ayağınıza geliyor ama bu kez de çok erişilebilirlik o konser tatlarını biraz bozuyor ve insanların gözünde sıradanlaştırıyor diye düşünüyorum. Ülkemizde sanatın kıymeti maalesef bilinmiyor. Kaliteli ile kalitesizin arasındaki çizgi bazen ayırt edilemiyor. Dijital ortam profesyonel çekimlerle sıradan çekimlerin sadece aldığı beğeni üzerinden değerlendirildiği bir platforma dönüştü.

Sizce bu nostaljiye olan özlem neden bu kadar yoğun yaşanıyor?

Vallahi gençliğe baktığımda onlar dinledikleri hip hop, rap, pop gibi müzik türlerinden aslında memnunlar. Ancak müzik sevgisi aileden geçen bir şey olduğu için çocuklarımız nostaljik parçaları bizlerden alıyorlar. Gençlere biraz bu eski güzellikleri dinletmek gerekiyor.

Usta bir sanatçı ve babanız olarak Erol Büyükburç’u bize nasıl anlatırsınız?

12 Mart 2015’te babam aramızdan ayrıldı. Erol Büyükburç’u anlatırken dünya starı, yaratıcı, yenilikçi ve çok yönlü büyük bir sanatçı diyebilirim. Besteleriyle, sözleriyle tarzıyla kıyafetleriyle, sahnesiyle bir öncüydü babam. Onun dışında çok iyi resim yapıyordu. Kendi yaptığı kuklalarla bir dönem program yaptı. Söz yazıyor ve beste yapıyordu. Anadolu türkülerini derledi. 33 tane filmde rol aldı. Kendi sahne kıyafetlerini tasarlayarak terzisine diktiriyordu. Onların kumaşlarını bile kendi alıyordu. Hem müziği hem de renkli kişiliğiyle unutulmazlar arasına girdi. Tabi “Erol Büyükburç” benim için de bir masal kahramanı gibiydi. Bir sanatçı olarak sahne, konser ve turne yoğunlukları derken bazen görüşemediğimiz uzun aralıklı dönemler de yaşadık. Tek fark ona dokunuyor olmamız ve aynı kandan olmamızdı… Onun dışında o bizim için de bir stardı.

Peki, size Erol Büyükburç’u en çok hatırlatan şarkısı hangisidir?

Aklıma hemen “Little Lucy” geliyor. Çünkü o bir mihenk taşıydı. Sözlerini kendisi yazdığı ve bestesini de yaptığı ilk İngilizce şarkısıydı. “Bir Başka Sevgiliyi Sevemem” şarkısını da okulumun bir konserinde aynı sahnede birlikte düet yapmıştık. Aynı sahnede babamla düet yapmak benim için unutulmaz bir andı. Babamın şarkılarının unutulmaması ve yaşatılması için çabalıyorum.

Pandemi döneminde sanatçıların yaşadığı sıkıntılar oldu. Bu konuda neler yapılmalıdır?

Bundan sonraki süreçte bence sanatçılara ve bilim insanlarına daha da çok ihtiyaç olacak. Çünkü yaratıcılığın ve bilimin insan üzerinde iyileştirici bir gücü var. Bence müzisyenlik bir meslek olarak tanınmalı ve maaşa bağlanmalıdır. Meslek olarak tanınmadığı için mağduriyetler yaşanıyor.

Sanata yönelmek isteyen gençlere tavsiyeleriniz neler olur?

Kendilerini profesyonel bir sanatçı kimlik olarak kanıtlamak için bir yola girdilerse çok çalışmayı ve özveriyi göz önüne almaları gerekiyor. Sabırlı bir kişilikleri olması gerekiyor. Aile desteği de burada çok önemli bir unsurdur. Çünkü bir çocuğun sanata yatkınlığının keşfini ilk olarak aile yapıyor. Çocuk tamamen sanatsal bir çocuksa başka mesleklere yönelmesi için zorlamanın bir anlamı yok. Çünkü o zaman çocuğu tamamen kaybediyorsun. Yani yeteneklerini görerek yaklaşmaları, yönlendirmeleri ve desteklemeleri gerekiyor.

Pandemi sürecinde evde geçen süre için ebeveynlere ne tavsiye edersiniz?

Müziğin insan psikolojisi üzerinde yadsınamaz iyileştirici bir gücü var. Pandemi sürecinde yaş fark etmeksizin faydalı vakit geçirmek, üretim sağlayabilmek, moral ve motivasyon için de çok önemli kabiliyet ve ilginin de keşfi için bu dönem oldukça belirleyici olabilir. Çünkü bu süreçte kendimize daha çok zaman ayırabildik ve kendimize döndüğümüz bir süreç geçiriyoruz. Bu zorlu süreci ebeveynler dezavantajdan avantaja çevirerek çocuklarını müzik üretmeye teşvik etmelerini önerebilirim. Değerlendirilebilecek bir süreç olarak düşünüyorum.

Sarıyer deyince aklınıza neler geliyor?

Çocukluğum geliyor… Ben bir müddet Büyükdere ve Sarıyer’de oturdum. Çocukluğumun ilk yılları orada geçti. İlkokula Sarıyer’de başladım. Tam denizi gören çok güzel bir evimiz vardı. Sarıyer deyince o eski İstanbul, o deniz kıyısı, çocukluğum, ilkokul günlerim geliyor aklıma… Güzel bir semtimizdir.

Peki, Sarıyer deyince hangi şarkı gelir aklınıza desem?

Babamın çok ünlü “İnleyen Nağmeler” şarkısı geliyor. Müzikli ve bol sanatlı inşallah sağlımıza da kavuştuğumuz daha güzel günlerde olalım dileğiyle…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.