Ulaş Nikbay: “Çok silen bir yazarım!”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İlk romanı “Hiç Kimseye Yolculuk” ile iki şiir kitabının ardından düzyazıya ‘merhaba’ diyen Sarıyerli yazar Ulaş Nikbay, ilk röportajını Sarıyer Gazetesi’ne verdi.

Edebiyatla tanışıklığı uzun yıllara dayanan Nikbay, yazmaya olan tutkusunu ve bu yoldaki serüvenini “Şiirle kavgam başladıktan sonra kendime yeni bir ifade şekli bulmalıydım ve bu da düzyazı oldu. Kitabın adı ‘Hiç Kimseye Yolculuk’ ama belki de herkese yolculuktur” diye anlattı.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1976 doğumluyum. “Hiç Kimseye Yolculuk” ilk romanım.

“Hiç Kimseye Yolculuk” kitabını nasıl yazmaya başladınız?

“Hiç Kimseye Yolculuk” kısa bir roman. Kısa bir roman ile düzyazıya ‘merhaba’ demek istedim. Yayımlanmış iki şiir kitabım vardı. 2002’de “Gülüşlerinin Sonbaharında Ağlardım” ve 2016 yılında da “Aort” isimli şiir kitaplarım yayımlanmıştı. Sonra da benim şiir ile kavgam başladı. Onunla kendimi yeterince ifade edemediğimi hissediyordum. Çünkü şiirin anlatmak değil, sezdirmek gibi bir derdi vardır. Öyleyse ben artık anlatma yolunu seçmeliydim. Kendime yeni bir ifade şekli bulmalıydım ve bu da düzyazı oldu. Bu tabii bir anda olmuyor ve alıştığın bir dili, bir bakışı kırmak büyük mücadeleler gerektiriyor. Bir de şiir beni çok yordu, her şeye metaforlar ve imgelerle bakmak çok yorucu. Metinler üstünde çalışmaya başladım. Kitabın ismi gibi bir ‘yolculuk’ başladı. Belki de gecikmiş bir mola yerinde bu ilk roman tamamlanmış oldu.

Kitabınız çıktığında insanların okuması size neler hissettiriyor?

Henüz belki de çok erken. Şu anda okuyuculardan aldığım ilk tepkiler anlatımın farklı ve özgün, anlatım dilinin ise çok akıcı olduğu şeklinde.

Kitabınızın konusu nedir?

Kitabımda bir yönetmen adayını ele alıyorum. Bir film çekmek istiyor ve kafasında bir senaryo kurguluyor. Birtakım hayali karakterler oluşturuyor. “Hiç Kimseye Yolculuk” romanı, okuru yönetmen adayımızın kurgulamakta olduğu senaryoya ve o senaryodaki karakterlere doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Hem yönetmen adayının iç dünyasına hem de onun kurgulamakta olduğu filme doğru bir yolculuk bu.

Kitabın ilginç de bir ismi var. Nasıl ortaya çıktı?

Ben aslında ‘hiç kimseye’ ama belki de ‘herkese’ yolculuk diyorum. Çünkü ‘hiç’ kelimesi ki benim için şiirde de öyleydi; çok geniş anlamlara kapı aralıyor. Bir şey ‘hiç’ ise aslında belki de ‘her şeyi’ ilgilendiriyordur. Kimseyi ilgilendirmiyor dediğimiz şey, aslında bir takım yanlış algılardan dolayı öyle değerlendirilmiş olabilir. Herkesi ilgilendiriyor da olabilir. Bu kelimelerin anlam karşıtlığı, bende aslında o kadar da karşıt değil… Tersine birbirlerine çok yakınlar. O yüzden kitabın adı “Hiç Kimseye Yolculuk” ama belki de herkese yolculuktur…

Kitabınızın sizce en unutulmayacak paragrafı hangisidir?

Ben tabii kitabın yazarı olarak her cümlesi etkilesin isterim. Ama hızlıca bir tercihte bulunmam gerekirse, sayfa 36’dadaki ikinci paragrafı tercih edeyim. Kitaptaki o paragrafa kulak verecek olursak şöyle diyor;

“Çıt çıkmıyor bazen, bazen hiçbir diyalog başlamıyor. O zaman da bir kaplumbağa gibi kabuğuma çekiliyor, kabuğumun içinden gizlice etrafıma bakınarak karakterlerimin boyunlarına dağlanmış rumuzları okumaya çalışıyorum. Bazılarını da okumayı başarıyorum.”

Sırası gelmişken soralım, sizin için kitap yazarken 1. tekil kişi olarak mı yoksa 3. tekil kişi olarak mı anlatmak daha zor?

Harika bir soru! Bunun üzerine çok düşündüm ve yazarken de çok denemeler yaptım. Tüm detayları, anlatılan öyküyle ilgili her türlü ayrıntıları bilen 3. şahıs gözünden anlatılan romanları okuduğumda, anlatım bana hiç sahici gelmiyordu. Kim anlatıyor ve neden anlatıyor, gibi sorunsallar kafama takılıyordu. Bunları düşünmekten bazen okuduğum metne bile odaklanamıyordum. Böyle bir bakış açım var. Bir metni ben dilinden okuyunca o bana daha gerçekçi bir anlatımmış gibi geliyor. Yazarın bir roman karakterinin kılığına girip içeriden ‘ben’ olarak anlatmasını daha gerçekçi buluyorum. O yüzden ben de bu yöntemi kullandım ve sanırım da kullanmaya devam edeceğim.

Sanırım her yazarın ilk kitabında biraz kendisinden kesitlere rastlarız. Peki, bu kitapta sizden bir şeyler var mı?

Mutlaka vardır! Ama sonuçta bir kurguya sadıksınız ve kafanızda anlatılması gereken bir hikâye var. Onu anlatmak istiyorsunuz ama bunu yazarken de yaşadığınız, gördüğünüz ve gözlemlediğiniz şeyler var… İşte bunlar metnin içine değişerek, başkalaşarak giriyor. Ne kadar başkalaşıyor derseniz; çok fazla, derim. Çağrışımla varılan yer o kadar farklı olabiliyor ki gerçekle hiçbir ilgisi kalmıyor. O yüzden yaşadıklarım bir çağrışım kaynağıdır en fazla, ortaya çıkan şey ise kurgusal anlatımın gerektirdiği düşe daha yakın. Aksi durumda sadece bir anı anlatımı olur ve orada bir kurmaca edebiyattan bahsedilemez.

Genellikle yazma alışkanlığı nasıl olan yazan bir yazarsınız?

Çok düzenli yazan bir yazar değilim. Çok uzun süre yazmayabilirim ama bir anda bir etkileşim olur ve o ruh durumuna girip çok sıkı yazabilirim. Hatta o günlerin tek amacı yazmak olur! Aslında düzyazıda böyle oldu, şiirde günlük koşuşturmaca içinde de çağrışımlar buldukça sürekli notlar alıyordum. Ama düzyazı farklı bir çalışma tarzı gerektiriyor, doğrusunu söylemek gerekirse bu bana iyi geldi. Hem sağlığım açısından hem de hayata daha az yorucu bir bakışla bakmayı başarmak açısından iyi geldi. Hiçbir şey yazdığım gibi de kalmıyor elbette! Metin ortaya çıktıktan sonra çok daha uzun sürecek bir döneme giriliyor. Değişiklikler, düzeltmeler, eklemeler, çıkarmalar… Bir de çok silen bir yazarım! Bu kadar silmeseydim belki de bu kitap 200 sayfayı geçebilirdi! Dilin terbiyesinden geçtik, şiirde yontulduk belki biraz. Kısa ve yoğun iyidir bence.

Okuma alışkanlığınız nedir? Özellikle sevdiğiniz yazarlar kimlerdir?

Bu konuda tavsiye alınacak biri hiç değilim. Zira ben genelde belli yazarlara bazı şahsi meselelerim nedeniyle takılıp kalıyorum. Mesela bir ara Nietzsche okuyordum. Onca metnin arasında beni en çok etkileyen “Böyle Buyurdu Zerdüşt” oldu yine de. Onun hem şiirsel olan diline hem de orada anlattığı düşüncelere çok vuruldum. Fernando Pessoa elbette. “Huzursuzluğun Kitabı” eseri de yine başka bir doruk noktasıdır. O da bir şairdir ama düzyazıda da muhteşem bir doruk noktasıdır. Zaten o düzyazıda da bir şairdir! Franz Kafka ayrı bir dünya. Diğer yazarlar okuduklarımda gelir geçer ama bu üçü asla gelip geçmezler ve hep benimledirler, okumadığım zamanlarda da hep aklımdadırlar. Italo Calvino, Ben Lerner, Samuel Beckett, George Orwell gibi çok beğenerek okuduğum başka yazarlar da var. Türk edebiyatında da çok büyük isimler var ama ben özellikle Tahsin Yücel’i çok sevdim. Bir ara ona kafayı takmış, hemen hemen bütün romanlarını sırayla okumuştum. Bir de ben sadece kitap okumam mesela film de okurum. Benim için filmler de seyredilip geçilecek şeyler değil. Onları da okurum. Ingmar Bergman filmleri okurum mesela, Andrey Tarkosvki filmleri okurum, Nuri Bilge Ceylan filmleri okurum; oturur kafayı taktığım ama mutlaka auteur yönetmen olmalı, işte onların bütün filmlerini tekrar tekrar sıkılmadan izler okurum…

Yeni kitaplarınız yolda mı?

Öncelikle “Hiç Kimseye Yolculuk” kitabımın yeni baskılara ulaşabilmesini istiyorum elbette. Biraz daha uzun bir romanım var üzerinde çalıştığım ama onun biraz daha demlenmeye yani zamana ihtiyacı var. Onun da önümüzdeki yıl içinde yayımlanmış olacağını umuyorum.

Kitabınıza nasıl ulaşılabilir?

D&R başta olmak üzere, pek çok kitap satış sitesinden sipariş verilebilir. Adresinize kadar geliyor kitap. Benim de kitap almak için kullandığım çok kolay bir yöntem bu. İlgi görürse zamanla kitap satış mağazalarında da bulunabilirliğinin olması güzel olur elbette.

Bir Sarıyerli olarak ‘Sarıyer’ denilince aklınıza ne geliyor?

Deniz ve martılar…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.