TKP Adayı Mehmet Kuzulugil; “Halkın çıkarlarının bekçisi olacağız”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye Komünist Partisi Sarıyer Belediye Başkan Adayı Mehmet Kuzulugil SARIYER OLAY’ın sorularını yanıtladı. Kuzulugil; “Sarıyer’de yapacağınız her şey de ülkedeki yangını söndürmek için bir adım olacaktır. Kentsel dönüşüm gibi pek sevimli bir ifadeyle zengini daha zengin kılan, yoksul emekçiler için hayatı zorlaştıran düzenlemelerin nasıl yapıldığını artık iyi biliyoruz. TKP’li bir belediye yağmacıların Sarıyer’i çirkinleştirmesine, emekçi halkı itip kakmasına engel olarak işe başlar. Halkın çıkarlarının bekçiliğini yapacak dürüst, erdemli, cesur insanların önünü açın. Bunun için de Türkiye Komünist Partisi’ne oy vermekten başka yapılacak ne var?” dedi.

SARIYER OLAY, tüm siyasi partilerin Sarıyer Belediye Başkan Adaylarına söz hakkı tanımaya ve onların düşüncelerini özgürce ifade etmelerine aracılık etmeye devam ediyor. Türkiye Komünist Partisi Sarıyer Belediye Başkan Adayı Mehmet Kuzulugil SARIYER OLAY Genel Yayın Yönetmeni Bekir Batu’nun sorularını yanıtladı.

Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Üniversite yıllarımdan başlayarak örgütlü olarak siyaset içinde yer aldım. 1992 yılında Sosyalist Türkiye Partisi’nin kuruluş çalışmalarında bulundum. Türkiye Komünist Partisi’nde hemen her görevde ve genişçe bir coğrafyada sorumluluk aldım. Ülkenin umudu olan bir komünist partinin tuğlalarından biri de ben oldum. “Biz de zamanında” diye başlayan konuşmalardan hiç hazzetmiyorum o yüzden okurun bu söylediklerimi bir kişisel böbürlenme olarak algılamamasını, “ben de eski komünistim” diyenlerle karıştırmamasını isterim. Meslekten gazeteci değilim ama günlük “soL” gazetesinde 2013 yılında Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaptım. 2019-2020 yıllarında soL haber portalı Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştım. Şu anda öğrenciyim! Meslek eğitimimi tamamlamak için 29 yıl önce koptuğum Boğaziçi Üniversitesi’ne 2023 başında geri döndüm. Okulda döndüğümde 55 yaşındaydım.

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki son durumu nasıl görüyorsunuz?

İyi görmüyorum. Mesele bir rektör atamasının ötesinde. İktidar bir yıldırma savaşı veriyor üniversitede. Kendi yandaşlarına yer açmayı elbette ihmal etmiyorlar ama bana öyle geliyor ki, bu “ülkenin pek kalburüstü üniversitesi” olarak görülen okulu ele geçirmeyi de değil bitirmeyi hedefliyorlar. İnşaata düşkünlükleri bilmediğimiz bir şey değil. Ama yüzlerce belki binlerce öğrencinin inşaat gürültüleri arasında ders yaptığı, daha doğrusu yapamadığı bir okul için ne diyebilirsiniz ki! Boğaziçi yönetilemiyor da değil yönetilmiyor. Bu bir abartı değil, son bir aydır gürültüler kesildi ama herhalde seçimlerin ardından yeniden girişmek üzere ertelediler. İnanılır gibi değil aslında. Bir üniversitede ders yapabilmek için pencereler sıkı sıkı kapatılıyor ve yine de inşaat gürültülerini bastırmak için eğitimcilerin bağırması gerekiyor!

Can sıkıcı olan şu: Yıldırma savaşı diye özetlediğim yöntem iktidara bir zafer kazandırmaktan uzak ama zarar vermeyi başarıyorlar. Olağan koşullarda bir apartmanda ya da bir toplu konut sitesinde yaşansa tepkiyle karşılanacak yönetim tercihleri giderek kanıksanıyor. Akademik kadrodaki direniş de öğrencileri harekete geçiremiyor bir süredir. Bunda sinsi adımlarla ilerleyen kadrolaşmanın da payı var. Bu kadrolaşmaya eşlik eden bir tür “öğrenci kadrolaşması” da var galiba. Hatırlarsınız, Binali Yıldırım, zamanında Boğaziçi Üniversitesi’ni tercih etmemiş olmasını “orada çayır çimen, kızlar var. Beni bozar diye

düşündüm” mealinde cümlelerle açıklamıştı. Belki artık Binalilerin tercihleri de biraz değişiyor.

 “Gençlerin kafasını ütüleyenlerden hazzetmiyorum”

Öğrenciler tepkisiz mi kalıyor? “Z kuşağı apolitik” görüşünde misiniz siz de?

Hayır. Böyle demem. Birincisi, iktidarın her alanda uyguladığı yıldırma yöntemlerinin özel olarak bir yaş kuşağını etkilediğini söylemek garip olur. İkincisi daha ilkesel bir şey benim için. 12 Eylül kuşağı olarak adlandırılan bir yaş kuşağındanım. Darbe sonrası yetişenlerden yani. Ne kadar apolitik olduğumuz hep söylendi. 68 kuşağıyla karşılaştırıldı o dönemde gençliğe adım atanlar. Bu benim hiç hoşlanmadığım bir şey. Mücadele anıları anlatmaktan başka bir şey yapmayanların gençlerin kafasını ütülemesi… Bugün de biraz geçkin bir öğrenci de olsam, sıra arkadaşlarıma aynı muameleyi yapmamaya dikkat ediyorum. Bence iktidarın değil düzen muhalefetinin pompaladığı saçma bir umutsuzluk var. İnsanlar, her yaşta insanlarımız, deyim yerindeyse “içlerine atıyorlar.” İktidar ülkeyi yaşanmaz bir hale getiren şeyler yapıyor belki (ki bundan da kuşkuluyum. Bizim ülkemiz özel olarak dünyanın en yaşanmaz yeri filan değil) ama asıl muhalefet özellikle gençlere “yaşanmaz bir ülke oldu burası” zırvasını pompalıyor. İktidar ülkenin tüm kaynaklarını emperyalist sermayeye servis ederken, sermaye muhalefeti de gerisinde kalmıyor doğrusu. Dediğim gibi, belki ayrıca uzun uzun konuşulabilecek şeyler.

“Rant ve yağmayı nasıl teşvik edeceklerini anlatıyorlar”

Sarıyer Belediye Başkan adaylığınıza gelelim. Nasıl karar verdiniz?

Önce şunu vurgulayayım. Sarıyer’de TKP’nin yerel seçimlerdeki çalışması bir kişinin çevresinde örgütlenmedi. Belediye Meclisi için belirlediğimiz adaylarımız özel bir önem taşıyor. Bunun nedeni de belediye meclislerine girmenin belediye başkanlığını kazanmaya göre daha kolay bir hedef olması değil. TKP, seçimlere bir bakıma “domuzdan kıl kopartacağı” bir fırsat olarak bakıyor. Halk örgütlülüğünü artıracağımız, yerel yönetimlerde kanıksanmış kent suçlarını teşhir edip, insanlarımızı harekete geçireceğimiz ve doğrudan seçilecek kişiler aracılığıyla belediyelerin işleyişine müdahale edeceğimiz bir zemin var.

Benim adaylığıma da bu çalışmanın bütünü içinde karar verdik. Ben bir partinin “nasipse başgan” adayı olarak görev almadım. Tarif ettiğim kolektif çalışmanın hedeflerine ulaşması için çalışan birisiyim. Buna belediye başkanlığı seçiminde halkın oylarını zübüklerin elinden kurtarmak da dahil. Sarıyer’de belediye başkanlığı için “yarışan” düzen siyasetçileri karşısında ayrı bir yerde durduğumuzu da düşünüyorum. Her biri Sarıyer’de rant ve yağmayı nasıl teşvik edecekleri konusunda vaadler öne sürüyor. Biz bunlara karşı bir bayrak açtık. Bu bayrak altında toplanmaya, yağmacılara haddini bildirmeye çağırıyoruz. Bunun 31 Mart günü kullanılacak reçete belli: TKP’ye oy vermek. TKP adaylarını belediye meclislerine sokmak, belediye başkanlığı için TKP adaylarına oy vermek.

Sarıyer’in sorunları ve bunlara yönelik çözüm önerilerinize gelelim. Neler diyeceksiniz?

“Güzel Sarıyer’imiz için neler yapacağımızı anlatayım” diye başlamayacağım. İki nedenle. Sarıyer bir köy olsaydı, belki sorunlar daha kolay yalıtılır, “su getireceğiz, yolları yaptırtacağız, doğal gazın bizim köye de gelmesini sağlayacağız” türünde sözlerin bir anlamı olabilirdi. Bu açıdan Sarıyer Belediyesi için aday olan bizler burada yapabileceklerimizi ülke siyasetine dönük müdahalemizden ayrı, “yerel hizmetlerden” ibaret şeyler olarak görmüyoruz. Elbette bu iki taraflı, ülke yangın yerine dönmüşken Sarıyer’de cennet yaratamayacağınız gibi, Sarıyer’de yapacağınız her şey de ülkedeki yangını söndürmek için bir adım olacaktır. Bir başka nedense bugün düzen siyasetçileri her nabza şerbet vermeyi uygun görüyor, biz böyle değiliz. “Sarıyer bizim, tüm Sarıyerliler için elimizden geleni yapacağız” dersek yalan söylemiş oluruz. Sarıyer’de rantçılar, yağmacılar, kenti sömürerek zenginleşenler de yaşıyor. Bunlar çok küçük bir azınlığı oluştursa da vurgulamak durumundayız, bazı Sarıyerliler’i rahatsız etmeden Sarıyer’in emekçi halkına yararlı olamayız.

Aksini söyleyen adaylar yalan söylüyor. Herkese yaranarak çoğunluğun yararına çalışamazsınız. “Ben Sarıyer’de yeni yapılaşma olanaklarına gözünü dikmiş müteahhitleri de, halk çoğunluğunu da mutlu edeceğim” diyenlerin niyetlerinin iyi olmadığını görmek lazım.

“Niyetleri vatandaşa tapu dağıtmak değil, müteahhitlere yağma alanı açmak”

Herkesi mutlu edecekmiş gibi görünen ama halka yararı olmayacak vaadler mi var?

Böyle niyetler, kafalarda dolaşan tilkiler var. İmar ve tapu kelimelerinin geçtiği her vaat de bu var. Birileri tapu dağıtmaktan söz ediyor mesela. Yoksul emekçilerin zamanında yerleşip kendine barınak yaptığı, zamanla fiili mülke dönüşmüş alanlar için “tapularını vereceğiz” diyorlar. Tabii hemen ekliyorlar, belli bir bedel karşılığında. Ben burada yine müteahhitler için hazırlanan bir yağma görüyorum. Tapu için para gerekecek, müteahhitler tapu bekleyen “fiili mülk sahibi” emekçilerin kapısına dayanıp “parayı ben vereyim, buraya yeni bir bina dikelim sana da iki daire vereyim” diyecekler.

Doğrudan emekçilerin elinden alıp müteahhite veremeyecekleri geniş bir alan var. Kentsel rant alanları bunlar. Görünüşteki niyet vatandaşa tapu dağıtmak, art niyetse bu alanları yağmaya açmak. Bu sadece bir örnek.

Sarıyer’deki yapılaşmanın, kent düzeninin şu anki haliyle korunması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?

Mevcut haliyle Sarıyer halkının yaşam ve barınma alanlarının sağlıklı olduğunu söylemek elbette mümkün değil. Son 50 yılın ürünü olan bir sağlıksız yapılaşma var. Bunun ceremesini en çok sağlıksız koşullarda yaşayan mahallelerin emekçi halkı çekiyor.

Nemli, altyapısı bozuk barınaklarda yaşamlarını sürdürmeye çalışırken bir gün bir bakıyorlar, bir de katı atık arıtma tesisi kurulmuş burunlarının dibine. Pek havalı, pek modern, pek Avrupai bir proje gibi görünüyor ama arıtma tesisinin artıkları kamyonlara yüklenirken koca bir vadi, belki birkaç mahalle korkunç bir kokuya boğuluyor. Biliyorsunuz yaşandı bu. Olay Sarıyer’de geçiyordu!

Sağlıklı barınaklar, modern sokaklar, depreme dayanıklı, altyapısı sağlam evler en çok emekçilerin hakkı. Kentsel dönüşüm denildiğinde doğal olarak bunlar geliyor akla fakat “yemezler” demek gerek. Kentsel dönüşüm gibi pek sevimli bir ifadeyle zengini daha zengin kılan, yoksul emekçiler için hayatı zorlaştıran düzenlemelerin nasıl yapıldığını artık iyi biliyoruz.

Tekrar söylüyorum, ne zaman imar dense, ne zaman tapularınız hazır, ha dağıttık, ha dağıtacağız dense katı atık arıtma tesisindekinden gelen türde kokular geliyor. Halkımıza şunu söylemek istiyorum: Kondunuzu elinizden alıp, elinize bir daire tutuşturduklarında sakın sevinmeyin. Çok kısa süre içinde zaten orası sizin yaşayamayacağınız bir yer olacak. Hayat pahalılığı altında boğulacaksınız. “Bari satacak evimiz var” dediğinizde de o birikimin çok kısa sürede tükenip gideceğini göreceksiniz. Kentsel dönüşüm dedikleri bu!

Sarıyer’de TKP’li bir belediye olmasıyla sizce neler değişir, Sarıyer nasıl bir ilçe olur?

“Biz her şeyi yaparız Sarıyer’i cennete çeviririz” gibi bir yalanı bizden duyamazsınız. Halkın gücünü kullanmadan sadece elindeki mühüre dayanarak kimse hiçbir yeri cennete çeviremez. TKP’nin belediye yönetimlerinde etkin olması halkın gerçekten yönetime katılmasının da önünü açar. Kentlerimizi daha yaşanır kılmak, bir avuç dolandırıcıya değil çoğunluğu oluşturan halka yarar sağlamak zaten atılabilecek en büyük adımdır. TKP’li bir belediye yağmacıların Sarıyer’i çirkinleştirmesine, emekçi halkı itip kakmasına engel olarak işe başlar.

Hatta konuştuğumuz herkesin bizden önce hatırlattığı bir şey: Komünistlerin belediye yönetimlerinde yer alması, Belediye Meclisi’ne komünistlerin girmesi halkın sahipsiz kalmaması anlamına gelir. En başta denetleriz, sonra halk düşmanı planları açığa çıkartır, engelleriz ve halkın isteklerinin temsilcisi oluruz. Oydan ibaret olmayan şekilde: Halktan aldığımız güçle.

“CHP’de mevki kazanma mücadelesi sürüyor”

Sarıyer’deki seçim atmosferini nasıl değerlendiriyorsunuz, mevcut belediye başkanının 15 yıllık partisine karşı bağımsız aday olması hakkındaki görüşünüz neler?

Düzen siyasetinin pazarlıkları, çıkar çatışmaları, koltuk kavgalarıyla çok ilgilenmiyoruz. Daha doğrusu bunların “hikaye” kısmı artık ilginç olmaktan bile çıktı. Tüm düzen siyasetçilerine sonuna kadar hak veriyoruz sadece: Birbiriniz hakkında söylediğiniz her şey doğru! Bunun ötesinde somut olarak Şükrü Genç’in adaylığına ilişkin bir yorum yapabilirim elbette. Burada konunun Sarıyer ya da hatta Sarıyer’in belediye başkanlığı olduğunu da düşünmüyorum. Ülkenin en büyük iki partisinden birinde mevki kazanma mücadelesi yürüyor belli ki. Düzen siyasetçileri borsada hissesi olan şirketler gibi hareket ediyor.

Hisselerine değer kazandırmaktan başka bir şey düşündükleri yok. Bir de doğrudan ya da dolaylı olarak rant çeşmesinden kana kana içmek dertleri var tabii. Şükrü Genç bağımsız olarak seçilebileceğini düşünüyor mu, ya da AKP’ye mi hizmet ediyor soruları anlamsız. O belli ki, siyasal ikbal yolculuğunun indirildiği bir koltukla bitmesini istemiyor. Bir siyasal ağırlığı korumak istiyor. Tabii ki bir ideali olduğu için değil. Kendisini ve belki çevresine topladıklarının çıkarlarını düşündüğü için. Aslında CHP’de aday gösterilmemiş olanların bağımsız adaylık kumarını oynamalarının ortak özelliği bu. Koltuklarını bir başka rant trafikerine bırakıp siyaset sahnesinden silinmek istemiyorlar. Koltuğa o turda kavuşamasalar bile, siyaset pazarında varlıklarını korumuş oluyorlar.

Kadınlarımıza, gençlerimize ve çocuklarımıza yönelik projeleriniz nelerdir?

Kadınların, gençlerin doğrudan siyasete katılmalarını sağlayan bir partiyiz. Bunu yapmaya ve elbette tüm halkı ama özellikle gençleri ve kadınları kendi kaderlerini ellerine almaya teşvik etmeye devam edeceğiz. Somut olarak yapabileceklerimiz hakkında konuşacaksak, tüm ülke çapında geçerli olduğunu düşündüğümüz komünist belediyecilik ilkelerimizi uygulayacağız diyebilirim. Bu gençlere ve kadınlara hizmet götürme vaadiyle görev alan kişilerin söylediklerinden oldukça farklı. Belediye yönetimlerinin tüm görev süreleri boyunca halkı, özel olarak gençleri ve kadınları çalışmalarına ortak etmeleri lazım. Kent Konseyi gibi yapıların “sivil toplum örgütlerini” mahalle temsilciliklerini yönetime katmayı başardığını kimse düşünmüyordur herhalde. Rant ve yağma projelerini, oldu bittileri halka kabul ettirmenin, demokratik görünümlü mekanizmalarından farklı şeylere ihtiyacımız var. “Doğrudan demokrasi” kirletilmiş kavramlardan biri. Hangi araçlarla, nasıl gibi sorular yanıtlanmadığı sürece demokrasi kandırmacasının bir başka versiyonu. Örgütlü bir halk, sokaktan, mahalleden başlayarak siyasallaşan, kendi kendisini yönetme araçları yaratan bir halk bizim ihtiyacımız. TKP, kendi parti örgütlenmesinden başlayarak bu yönde bir çaba içinde. Elbette sınıf ayrımlarını unutmadan. Zenginler, patron sınıfı kendi “demokratik” kurgularında emekçileri nasıl dışarıda bırakıyorsa, emekçi halk da onları kendi örgütlülüğü ile dışarıda bırakmak, karşısına almak zorunda.

Emeklileri de unutmayalım. Onlar da sizin emekçi halk olarak gördüğünüz kesim içinde yer alıyor herhalde?

Elbette.

“Ülkemizde mutlu emeklilik yok, yaşlı işçilere gelir desteği var” ifadesine katılıyor musunuz?

Biliyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanının yakın zamanda tepki de çeken yorumları oldu emekliler hakkında. Bir kere şunu söyleyelim, Türkiye’de emeklilik diye bir şey yok. Yok, “Avrupa’da yaş ortalaması şuymuş, bizde saçına ak düşmemiş insanlar emekli oluyormuş!” Kimse emekli filan olmuyor ki! Çalışmaya devam ediyorlar. Emeklilik, bir tür gelir desteğinden başka bir şey ifade etmiyor. Kimse emekli olup, yıllarca çalıştıktan sonra mutlu bir ihtiyarlık yaşayıp torun sevmiyor.İş kazası deniliyor, iş cinayetlerinde ölen insanların yaşlarına bakıyor musunuz? Bir çocuk işçiler var. 14 yaşında, 15 yaşında çocuklar artık sadece çalışmıyorlar, çalışırken ölüyorlar. Bir de 60 yaşında, 65 yaşında kayıplarımız var. Emekli oluyorsunuz ve bu sadece geçinmek için çalışacağınız başka işlerin yanında bir gelir desteği oluyor. Üstelik bu bile emeklilerin değil, onları çalıştıracak olan patronların yararına işliyor. Aynı işi daha az parayla yaptırmaya devam ediyorlar. Bu tabloda Cumhurbaşkanı da çıkıyor büyük bir rahatlıkla “emeklilere insanca yaşayacakları parayı verirsek batarız” diyor. Ve tabii, bu tartışmada sıra barınma ve ulaşım koşullarında nasıl düzeltmeler yapabiliriz, emeklilerin daha mutlu bir yaşam sürebilmelerine belediyelerde nasıl destek olabiliriz konularına gelmiyor. Yine burada da en büyük vaadimiz, örgütlü bir şekilde yönetime katılmalarını sağlamaktır. İstanbul çapında yapılmış çalışmalarımız var, emektar işçilerin, yaşını almış emeklilerin yaşamını güzelleştirmek için fikirlerimiz var. Bunlar öyle dahice buluşlar filan da değil. Zaten yerel yönetimlerde “proje” sorunu yok, dahi siyasetçilerin muhteşem projeler filan bunlar palavra. Halk yararına yapılması gerekenleri yıllardır söyleyen bilim insanları, halktan yana aydınlar var. Bunları yapacak vicdan ve iradeye ihtiyaç var.

Sarıyerli seçmenlere seçim öncesi mesajınız nedir? İnsanlar neden Türkiye Komünist Partisi’ne oy vermeli?

Sarıyer’de öne çıkardığımız sloganı hatırlatabilirim. “Bu ülke, bu halk satılık değil” diyoruz. Bu aslında şu anlama geliyor: Bu seçimlerde parayla satın alınamayacak, pazarlıklara meze olmayacak tek bir parti var, Türkiye Komünist Partisi. Sizin verdiğiniz oylarla yağmacıların masasında kumar oynayacak, sizin oylarınızı müteahhitlerin parasıyla değiş tokuş edecek adaylara oy vermeyin artık. Bir de yerel yönetimlerde komünistlere yer açmanın vakti gelmedi mi? Halkın çıkarlarının bekçiliğini yapacak dürüst, erdemli, cesur insanların önünü açın. Bunun için de Türkiye Komünist Partisi’ne oy vermekten başka yapılacak ne var?

TIKLA SAYFA SAYFA HEMEN OKU!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.